G
GulsahToptas
Kullanıcı
Yeryüzünde tanrılardan önce tabular vardı; korkulan, dokunulmayan, sakınılan, yıkılmaz sanılan tabular... Zamanla yeryüzü değişti, tanrılar tekleşti, ama tabular inatla direndiler zamanın akışına...ve tanrılaştılar zamanla...
Avustralya'da kaldığım süre içinde kıtanın yerlileri üzerine birbirinden ilginç söyleşiler ve gözlemler yaptım, kitaplar okudum. İlkel toplumların tabularına ilişkin önemli ipuçları veren bu notları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kıtada 40 bin yıldır yaşayan yerliler klanlara bölünmüş durumdalar. Her klan, kendi tapındığı totemin adını taşıyor. Totem, bazen korkulan bir hayvan, bazen fırtına gibi doğal bir güç olabiliyor ve kabilenin korunup kollanmasını üstleniyor. Aynı toteme tapan kabile üyeleri kandaş sayılıyor ve taptıkları toteme karşı korkuyla karışık bir saygı besliyorlar.
Sosyal antropologların araştırmalarına göre ilkel kavimlerde kaynağını totemden alan, çok sayıda yasak var. Kavim üyeleri bu yasakların neden konulduğunu bilmeseler de bunları sorgulamadan kabulleniyorlar. Toteme itaat ödüllendirilirken, tabuya isyan en sert şekilde cezalandırılıyor.
Avustralya yerlileri üzerine incelemeler yapan Sigmund Freud "Totem ve Tabu" adlı kitabında tabunun birbirine zıt görünen iki anlamına dikkat çekiyor: Biri "kutsal şey" anlamı, diğeri "korkunç, tehlikeli, yasak" anlamı...
Freud'a göre klandan herhangi birisi tabuya aykırı hareket eder, örneğin ilişki kurulması yasaklanan düşman kavimle bağ kurar veya yerleşik inançlara ters düşerse bu cüretini en ağır cezalarla öder. "Çünkü" der Freud, "bu tavır başkalarının bastırılmış isteklerini kışkırtarak taklit hevesi uyandırır. Kıskançlık ve çekememezlik yaratır. O yüzden en ağır şekilde cezalandırılır."
Freud'un incelemeleri, ilkel toplumlarda tabuyu çiğneyen kimsenin kendisinin de tabu haline geldiğini gösterir. Tabuyu yıkana vebalı gibi davranılır. "Çünkü aslında suç işleyen kişinin bastırılmış arzuları ile onu cezalandıranların bastırılmış arzuları aynıdır." der Freud; böylece "Hepimiz birer büyük günahkârız" şeklindeki dini inancın psikanalizce doğrulandığını söyler.
* * *
Freud'a göre ilkel kavimlerin kendilerini yöneten efendilerine yönelik tavırları iki ilkeye dayanmaktadır:
Onlardan korunmak ve onları korumak...
Birbirine karşıt gibi görünse de aslında bu iki ilke birbirini tamamlar. Çünkü ilkeller hem efendilerinden korkar, hem de onları tabuların korumasına alarak kollarlar. Toteme tapma seremonilerinin kökeninde bu korku yatar. Yerliler, ölesiye taptıkları ve aşırı sevgi gösterdikleri totemlerden aslında gizli bir korku duymakta ve düşmanlık beslemektedirler. Freud, bu tür ilişkilerin izini günümüzün nevrotik ilişkilerinde bulur: "Nevrotik ilişkide düşmanlık, abartılı bir sevgide boğulmuş haldedir". Bir başka deyişle büyük sevgi, övgü ve bağlılık gösterileri, aslında korku ve nefreti gizlemekte kullanılır.
* * *
Tabii bunlar ancak ilkel kabilelerde rastlanan davranışlar...
Gelişmiş toplumların, ilkel kavimlerden farklı olarak, kurtarıcı totemleri ya da dokunulmaz tabuları yoktur.
Akıl, totemi kuşattıkça, kör inançların ve tabuların karanlığını bilginin, hoşgörünün, adalet duygusunun ışığı aydınlatır.
Zaten tarih dediğiniz de o karanlığa karşı, ışığın verdiği mücadelenin tarihi değil midir?
İnsanoğlu o tarihi, nice totemleri, nice tabuları kağıttan heykeller gibi devire devire yazmıştır.
...elbet yine yazacaktır...
can dündar
Avustralya'da kaldığım süre içinde kıtanın yerlileri üzerine birbirinden ilginç söyleşiler ve gözlemler yaptım, kitaplar okudum. İlkel toplumların tabularına ilişkin önemli ipuçları veren bu notları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kıtada 40 bin yıldır yaşayan yerliler klanlara bölünmüş durumdalar. Her klan, kendi tapındığı totemin adını taşıyor. Totem, bazen korkulan bir hayvan, bazen fırtına gibi doğal bir güç olabiliyor ve kabilenin korunup kollanmasını üstleniyor. Aynı toteme tapan kabile üyeleri kandaş sayılıyor ve taptıkları toteme karşı korkuyla karışık bir saygı besliyorlar.
Sosyal antropologların araştırmalarına göre ilkel kavimlerde kaynağını totemden alan, çok sayıda yasak var. Kavim üyeleri bu yasakların neden konulduğunu bilmeseler de bunları sorgulamadan kabulleniyorlar. Toteme itaat ödüllendirilirken, tabuya isyan en sert şekilde cezalandırılıyor.
Avustralya yerlileri üzerine incelemeler yapan Sigmund Freud "Totem ve Tabu" adlı kitabında tabunun birbirine zıt görünen iki anlamına dikkat çekiyor: Biri "kutsal şey" anlamı, diğeri "korkunç, tehlikeli, yasak" anlamı...
Freud'a göre klandan herhangi birisi tabuya aykırı hareket eder, örneğin ilişki kurulması yasaklanan düşman kavimle bağ kurar veya yerleşik inançlara ters düşerse bu cüretini en ağır cezalarla öder. "Çünkü" der Freud, "bu tavır başkalarının bastırılmış isteklerini kışkırtarak taklit hevesi uyandırır. Kıskançlık ve çekememezlik yaratır. O yüzden en ağır şekilde cezalandırılır."
Freud'un incelemeleri, ilkel toplumlarda tabuyu çiğneyen kimsenin kendisinin de tabu haline geldiğini gösterir. Tabuyu yıkana vebalı gibi davranılır. "Çünkü aslında suç işleyen kişinin bastırılmış arzuları ile onu cezalandıranların bastırılmış arzuları aynıdır." der Freud; böylece "Hepimiz birer büyük günahkârız" şeklindeki dini inancın psikanalizce doğrulandığını söyler.
* * *
Freud'a göre ilkel kavimlerin kendilerini yöneten efendilerine yönelik tavırları iki ilkeye dayanmaktadır:
Onlardan korunmak ve onları korumak...
Birbirine karşıt gibi görünse de aslında bu iki ilke birbirini tamamlar. Çünkü ilkeller hem efendilerinden korkar, hem de onları tabuların korumasına alarak kollarlar. Toteme tapma seremonilerinin kökeninde bu korku yatar. Yerliler, ölesiye taptıkları ve aşırı sevgi gösterdikleri totemlerden aslında gizli bir korku duymakta ve düşmanlık beslemektedirler. Freud, bu tür ilişkilerin izini günümüzün nevrotik ilişkilerinde bulur: "Nevrotik ilişkide düşmanlık, abartılı bir sevgide boğulmuş haldedir". Bir başka deyişle büyük sevgi, övgü ve bağlılık gösterileri, aslında korku ve nefreti gizlemekte kullanılır.
* * *
Tabii bunlar ancak ilkel kabilelerde rastlanan davranışlar...
Gelişmiş toplumların, ilkel kavimlerden farklı olarak, kurtarıcı totemleri ya da dokunulmaz tabuları yoktur.
Akıl, totemi kuşattıkça, kör inançların ve tabuların karanlığını bilginin, hoşgörünün, adalet duygusunun ışığı aydınlatır.
Zaten tarih dediğiniz de o karanlığa karşı, ışığın verdiği mücadelenin tarihi değil midir?
İnsanoğlu o tarihi, nice totemleri, nice tabuları kağıttan heykeller gibi devire devire yazmıştır.
...elbet yine yazacaktır...
can dündar