N
Neşe Demirhan
Kullanıcı
SARIMSAK İLE SOĞAN
Bir gün padişah, hizmetkarlarıyla ormanda gezintiye çıkmıştı. Uzun bir yürüyüş yapmıştı ki uzaktan bir dumanın ince ince göğe doğru yükseldiğini gördü. Atını, dumanın geldiği tarafa sürdü.
Ormancı bir aile kır gezintisinden sonra yemek pişirmekteydiler. Bir ocağın başında sekiz kişiydiler. Büyükanne, büyükbaba, anne ve baba, dört de çocuk vardı. Bir et yemeği pişiriyorlardı.
Padişah, kendini tanıtmadan onların yanına vardı. Gelenin giyimi kuşamı güzeldi ve ormancı ailesi, bunun bir bey olduğunu sandılar. Onun yemeğe davet ettiler.
Misafire ayrı bir tabakta yemek verdiler. Kendileri ise büyük bir güveçte yemeklerini yediler.
Padişah, yemeği çabucak yedi. Buna pek şaşırdı. Halbuki padişah yemeği yavaş yavaş yemeyi tercih ederdi. Önce bunu açık havada yürüyüş yapmasına bağladı. Sonra ormancı ailesinden büyükbabaya sordu:
- Söyle bakalım dede, sen tecrübeli bir kişisin. Bu yemek, neden bu kadar lezzetli olmuş? Ben bu yemeği niye bu kadar çabucak yedim?
Ak sakallı dede gülümsedi. Misafire:
-Biz et yemeğinin içine çok fazla sarımsak katarız. Sarımsak, yemeğin lezzetini artırır, dedi.
Sonra çantasından sarımsakları çıkardı ve bir mendile sardı:
-Al bunu, hanımına götür. Yemeklerine doğrasın. Sana lezzetli yemekler yapsın.
Padişah, büyük bir memnuniyetle mendili aldı. Onlara altın vermek için kesesini çıkardığında ormancı ihtiyar elini tuttu.
-Biz misafirlerimize hiçbir şey satmayız. Yemeğimizi bizimle paylaşan kişi, bize onur verir. Siz de onur verdiniz dedi.
Padişah:
-Öyleyse sarımsağın bedelini ödeyeyim dedi.
İhtiyar ormancı:
-Onun bedeline sizin servetiniz yetmez, o yüzden bunu düşünmemelisiniz dedi.
Padişah, sarımsağa bakıp gülümsedi. Sonra ormanda ağaçların arasında kendisini izleyen gözleri hatırladı. Atına bindi, ormancı ailesiyle vedalaştı. Karşı koruluğa atını sürdü. Padişahı merakla bekleyen yardımcıları, ağaçların arasında gizlenmişlerdi.
Padişah, gelince aşçıya seslendi:
-Al bunu, bundan sonra yemeklerime bolca katacaksın.
Aşçı mendili açınca içinde sarımsak olduğunu gördü. Padişahı mutlu eden bu muydu? Küçücük, diş diş sarımsaklar…
***
Aşçı, bu birkaç sarımsağı hemen tüketti. Padişah, gerçekten bol sarımsaklı yemekleri seviyordu.
Aşçı, hemen atına binip çevre köyleri dolaştı. Ne kadar sarımsak varsa hepsini satın aldı. Saraya döndü.
Ne var ki, o sarımsaklar da günün birinde tükendi. Daha uzak köylere gitmeliydi. Gece atını hazırladı ve sabaha doğru yola çıktı. Uzak köylerde daha fazla sarımsak olduğunu duymuştu.
Uzak köylerde bir köylüyle karşılaştı. Adam, tarlasında sadece sarımsak yetiştiriyordu. Köylünün bütün sarımsaklarını satın aldı. Köylü çok sevindi. Hemen köye geldi. Cebindeki altınları köylülere gösterdi
. Köylüler sordular:
-Bu kadar altını nereden buldun?
Köylü:
-Sarımsaklarımı bir adama sattım diye cevapladı.
Köylüler, bu kadar sarımsağı alan adamı çok merak ettiler. Fakat o, atına binip gitmişti.
Köylüyü kıskanan komşusu, sarımsakları alan esrarengiz adamı çok merak ediyordu. Kıskanç komşu, sarımsak üreten adamla sık sık konuşmaya başladı. Bir gün bu esrarengiz adamın kim olduğunu öğrendi. Bu adam padişahın aşçısıydı ve sarımsakları satın alıp saraya götürmüştü.
Kıskanç köylü de soğan yetiştiriyordu. Aklına güzel bir fikir geldi. "Soğan da sarımsak gibi yemeğe lezzet katar, ben de soğanlarımı saraya götürmeliyim" dedi. Arabasını hazırladı ve içine soğan doldurdu ve yola çıktı.
Saraya vardığında saraydaki görevliler ne istediğini sordular. Uyanık köylü, padişaha bir armağan getirdiğini söyledi. Padişaha köylünün geldiğini haber verdiler. Padişah meraklandı. Çünkü, saraya köyden insanlar pek sık gelmezlerdi.
Soğancıyı huzuruna kabul etti. Köylü, avuçlarındaki soğanları padişaha uzattı.
- Bunlar soğandır padişahım. Bunlardan yemeğinize bolca katarsanız, yemeğiniz çok lezzetli olur.
Padişah gülümsedi. Köylüye yemeği birlikte yiyelim dedi. Aşçıyı çağırdı, soğanları alıp güzel bir yemek yapmasını söyledi.
Aşçı, bol soğanlı güzel bir yemek yaptı. Birlikte yediler. Köylüyü akşam sarayda misafir ettiler.
Sabah olunca aşçı padişahın yanına geldi.
-Sultanım, bu köylü arabasıyla çokça soğan getirmiş. Şimdi bunları almazsak ona ayıp olur.
Padişah, ormancının sözlerini hatırladı.
-Ama bunun bedelini ödemek için benim servetim yetmez. Soğan kadar kıymetli ne olabilir ki bu köylüyü memnun edebilelim?
Sorunun cevabını kendisi buldu.
-Tamam, geçenlerde sen bir köylüden çok fazla sarımsak almıştın. Soğan kadar değerli olan şey, ancak sarımsak olabilir. Soğanları al, köylüye de bedel olarak sarımsakları ver.
Aşçı gülümsedi.
-Padişahım, köylüler sarımsaklarını saraydan değil köydeki komşularından alırlar. Köylü, saraya sarımsak için değil altın için geldi, dedi.
Padişah da gülümsedi:
-Biliyorum aşçıbaşı, bunları biliyorum. Elbette altın için geldi. Öyle bir şey yap ki köylü, önce sarımsakları görüp üzülsün, sonra altınları görüp sevinsin dedi.
Aşçı, bir küçük torba diktirdi. Torbanın altına soğanların bedeli olan altını koydu. Üstüne de sarımsakları koydu.
Köylünün yanına geldi.
- Padişahım soğanları çok sevdi. Sana soğan kadar değerli olan bir şey hediye ediyor. Ama bu torbayı köyünde açmalısın. Bunu özellikle rica etti.
Köylü, torbayı sevinerek aldı. Köyünün yolunu tuttu. Evine geldiğinde heyecanlıydı. Hanımını ve çocuklarını yanına çağırdı. Torbayı açtı. Torbadaki sarımsakları görünce çok üzüldü. Şaşkınlığından bir şey söyleyemez oldu.
Hanımı, kocasının bu haline üzüldü. Ona yardımcı olması için komşuya haber yolladı. Komşu geldi ve torbada kendisinin tarlasından çıkan sarımsakları görünce gülümsedi.
-Kıskanç komşum, üzülme. Padişahlar, sarımsakları satın alırlar, asla bahşiş olarak vermezler.
Torbayı aldı ve odanın ortasına boşalttı. Torbanın dibindeki altınlar etrafa yayıldı. Köylü, altınları görünce çok sevindi. Komşusuna sarıldı:
-Nasıl düşünemedim, evet padişahlar bahşiş olarak asla sarımsak vermezler.
--
S.Burhanettin AKBAŞ
Yazar - Edebiyat Öğretmeni
Bir gün padişah, hizmetkarlarıyla ormanda gezintiye çıkmıştı. Uzun bir yürüyüş yapmıştı ki uzaktan bir dumanın ince ince göğe doğru yükseldiğini gördü. Atını, dumanın geldiği tarafa sürdü.
Ormancı bir aile kır gezintisinden sonra yemek pişirmekteydiler. Bir ocağın başında sekiz kişiydiler. Büyükanne, büyükbaba, anne ve baba, dört de çocuk vardı. Bir et yemeği pişiriyorlardı.
Padişah, kendini tanıtmadan onların yanına vardı. Gelenin giyimi kuşamı güzeldi ve ormancı ailesi, bunun bir bey olduğunu sandılar. Onun yemeğe davet ettiler.
Misafire ayrı bir tabakta yemek verdiler. Kendileri ise büyük bir güveçte yemeklerini yediler.
Padişah, yemeği çabucak yedi. Buna pek şaşırdı. Halbuki padişah yemeği yavaş yavaş yemeyi tercih ederdi. Önce bunu açık havada yürüyüş yapmasına bağladı. Sonra ormancı ailesinden büyükbabaya sordu:
- Söyle bakalım dede, sen tecrübeli bir kişisin. Bu yemek, neden bu kadar lezzetli olmuş? Ben bu yemeği niye bu kadar çabucak yedim?
Ak sakallı dede gülümsedi. Misafire:
-Biz et yemeğinin içine çok fazla sarımsak katarız. Sarımsak, yemeğin lezzetini artırır, dedi.
Sonra çantasından sarımsakları çıkardı ve bir mendile sardı:
-Al bunu, hanımına götür. Yemeklerine doğrasın. Sana lezzetli yemekler yapsın.
Padişah, büyük bir memnuniyetle mendili aldı. Onlara altın vermek için kesesini çıkardığında ormancı ihtiyar elini tuttu.
-Biz misafirlerimize hiçbir şey satmayız. Yemeğimizi bizimle paylaşan kişi, bize onur verir. Siz de onur verdiniz dedi.
Padişah:
-Öyleyse sarımsağın bedelini ödeyeyim dedi.
İhtiyar ormancı:
-Onun bedeline sizin servetiniz yetmez, o yüzden bunu düşünmemelisiniz dedi.
Padişah, sarımsağa bakıp gülümsedi. Sonra ormanda ağaçların arasında kendisini izleyen gözleri hatırladı. Atına bindi, ormancı ailesiyle vedalaştı. Karşı koruluğa atını sürdü. Padişahı merakla bekleyen yardımcıları, ağaçların arasında gizlenmişlerdi.
Padişah, gelince aşçıya seslendi:
-Al bunu, bundan sonra yemeklerime bolca katacaksın.
Aşçı mendili açınca içinde sarımsak olduğunu gördü. Padişahı mutlu eden bu muydu? Küçücük, diş diş sarımsaklar…
***
Aşçı, bu birkaç sarımsağı hemen tüketti. Padişah, gerçekten bol sarımsaklı yemekleri seviyordu.
Aşçı, hemen atına binip çevre köyleri dolaştı. Ne kadar sarımsak varsa hepsini satın aldı. Saraya döndü.
Ne var ki, o sarımsaklar da günün birinde tükendi. Daha uzak köylere gitmeliydi. Gece atını hazırladı ve sabaha doğru yola çıktı. Uzak köylerde daha fazla sarımsak olduğunu duymuştu.
Uzak köylerde bir köylüyle karşılaştı. Adam, tarlasında sadece sarımsak yetiştiriyordu. Köylünün bütün sarımsaklarını satın aldı. Köylü çok sevindi. Hemen köye geldi. Cebindeki altınları köylülere gösterdi
. Köylüler sordular:
-Bu kadar altını nereden buldun?
Köylü:
-Sarımsaklarımı bir adama sattım diye cevapladı.
Köylüler, bu kadar sarımsağı alan adamı çok merak ettiler. Fakat o, atına binip gitmişti.
Köylüyü kıskanan komşusu, sarımsakları alan esrarengiz adamı çok merak ediyordu. Kıskanç komşu, sarımsak üreten adamla sık sık konuşmaya başladı. Bir gün bu esrarengiz adamın kim olduğunu öğrendi. Bu adam padişahın aşçısıydı ve sarımsakları satın alıp saraya götürmüştü.
Kıskanç köylü de soğan yetiştiriyordu. Aklına güzel bir fikir geldi. "Soğan da sarımsak gibi yemeğe lezzet katar, ben de soğanlarımı saraya götürmeliyim" dedi. Arabasını hazırladı ve içine soğan doldurdu ve yola çıktı.
Saraya vardığında saraydaki görevliler ne istediğini sordular. Uyanık köylü, padişaha bir armağan getirdiğini söyledi. Padişaha köylünün geldiğini haber verdiler. Padişah meraklandı. Çünkü, saraya köyden insanlar pek sık gelmezlerdi.
Soğancıyı huzuruna kabul etti. Köylü, avuçlarındaki soğanları padişaha uzattı.
- Bunlar soğandır padişahım. Bunlardan yemeğinize bolca katarsanız, yemeğiniz çok lezzetli olur.
Padişah gülümsedi. Köylüye yemeği birlikte yiyelim dedi. Aşçıyı çağırdı, soğanları alıp güzel bir yemek yapmasını söyledi.
Aşçı, bol soğanlı güzel bir yemek yaptı. Birlikte yediler. Köylüyü akşam sarayda misafir ettiler.
Sabah olunca aşçı padişahın yanına geldi.
-Sultanım, bu köylü arabasıyla çokça soğan getirmiş. Şimdi bunları almazsak ona ayıp olur.
Padişah, ormancının sözlerini hatırladı.
-Ama bunun bedelini ödemek için benim servetim yetmez. Soğan kadar kıymetli ne olabilir ki bu köylüyü memnun edebilelim?
Sorunun cevabını kendisi buldu.
-Tamam, geçenlerde sen bir köylüden çok fazla sarımsak almıştın. Soğan kadar değerli olan şey, ancak sarımsak olabilir. Soğanları al, köylüye de bedel olarak sarımsakları ver.
Aşçı gülümsedi.
-Padişahım, köylüler sarımsaklarını saraydan değil köydeki komşularından alırlar. Köylü, saraya sarımsak için değil altın için geldi, dedi.
Padişah da gülümsedi:
-Biliyorum aşçıbaşı, bunları biliyorum. Elbette altın için geldi. Öyle bir şey yap ki köylü, önce sarımsakları görüp üzülsün, sonra altınları görüp sevinsin dedi.
Aşçı, bir küçük torba diktirdi. Torbanın altına soğanların bedeli olan altını koydu. Üstüne de sarımsakları koydu.
Köylünün yanına geldi.
- Padişahım soğanları çok sevdi. Sana soğan kadar değerli olan bir şey hediye ediyor. Ama bu torbayı köyünde açmalısın. Bunu özellikle rica etti.
Köylü, torbayı sevinerek aldı. Köyünün yolunu tuttu. Evine geldiğinde heyecanlıydı. Hanımını ve çocuklarını yanına çağırdı. Torbayı açtı. Torbadaki sarımsakları görünce çok üzüldü. Şaşkınlığından bir şey söyleyemez oldu.
Hanımı, kocasının bu haline üzüldü. Ona yardımcı olması için komşuya haber yolladı. Komşu geldi ve torbada kendisinin tarlasından çıkan sarımsakları görünce gülümsedi.
-Kıskanç komşum, üzülme. Padişahlar, sarımsakları satın alırlar, asla bahşiş olarak vermezler.
Torbayı aldı ve odanın ortasına boşalttı. Torbanın dibindeki altınlar etrafa yayıldı. Köylü, altınları görünce çok sevindi. Komşusuna sarıldı:
-Nasıl düşünemedim, evet padişahlar bahşiş olarak asla sarımsak vermezler.
--
S.Burhanettin AKBAŞ
Yazar - Edebiyat Öğretmeni