T
tnctrkcell
Bir arkadaşım gönderdi bu eğlenceli denklemleri:
insan = (yemek) + (uyumak) + (para kazanmak için çalışmak) + (eğlenmek) + (seks)
eşek = (yemek) + (uyumak) + (seks)
İlk denklemdeki (yemek + uyumak + seks) yerine (eşek) koyarsak yeni bir “insan” denklemi buluyoruz:
insan = (eşek) + (para kazanmak için çalışmak) + (eğlenmek)
Şimdi her iki taraftan (eğlenmek) çıkartılırsa:
(insan) - (eğlenmek) = (eşek) + (para kazanmak için çalışmak)
Sonuç: “Eğlenmesini bilmeyen bir insanın, sadece para kazanmak için çalışan eşekten bir farkı yoktur” diyebilir miyiz?
Deriz =)
Peki “eğlenmek” ne?
Bize düşünürken, yaparken ne mutluluk veriyorsa,
Ne gülümsetiyorsa…
Vaktin nasıl geçtiğini anlamadığımız,
İyi ki varım dediğimiz zamanlar…
Gelişmiş ülkelerde “kişisel eğlence yöneticisi” diye etrafta dolaşan kişiler varken, bizde nerdeyse ayıp sayılan bir şey bu eğlenmek.
Bilirsiniz, “gününü gün etmek” diye bir söz var bizde. Kulağa ne kadar olumsuz geliyor değil mi?
Bir de “eğlenmeyi bırakta elindeki işi bitir” der bazı bilmiş büyüklerimiz…
Onlar için “iş” hep sıkıcı olmuştur çünkü. Siz eğleniyorsanız işinizi yapmıyorsunuz demektir! Eğlenerek iş yapılmaz!!
Ne mutlu esasında gününü gün edebilenlere.
Sululuk yapmak, diğerlerinin haklarına tecavüz etmek, başkalarının canını sıkmak… Bunlar olmadığı sürece, eğlenmek yaşamın her alanında olmalı; yemek yerken, yürürken, okurken, seks yaparken, hatta çalışırken…
Hayatın kendisi bir şölen. Değişen sadece ona nasıl baktığımız.
Kimlerle birlikte bu hayatı paylaştığımız belki de ilk sorgulamak gereken nokta.
Hepimizin etrafında ne konuştuğu, ne de yaptıkları ile bize renk katmayan, sıkıcı insanlar var. Bir şekilde de etrafımızda olmaya devam ediyorlar. Hep benzer sorunlar, hep aynı dertler… Bir bakmışız bizim ruhumuz da daralmış.
Oysa çevremizde kimin olacağına neden biz karar vermiyoruz, neden çıkaramıyoruz onları hayatımızdan?
Elimiz kolumuz bağlıysa, bağlayan kim? Çözecek olan kim?
Eğlenmek arasıra karşılanması gereken bir ihtiyaçtan çok, hayatın kendisi olmalı. Ta kendisi.
Nasıl eğlendiğimiz ise doğal olarak bizim hayallerimiz, hayata yüklediğimiz anlam ve kültürümüzle limitli.
Kimi [benim gibi] bir şeyler karalarken, diğerleri çok derin bir mağaraya atlarken.
Kimi uyuşturucu ile, diğerleri gerçekten uçarken:
Kimi köpeği ile boğuşurken, diğerleri kurtardığı aslanla karşılaştığında:
Her ne nefesimizi kesiyorsa…
İşte o zaman tadından yenilmez olmaya başlıyor hayat.
İşte o zaman [her nasıl tanımladıysak “başarılı olmayı”] daha bir emin olmaya başlıyor ona giderken attığımız adımlar da.
Ya da kendimiz için yeni baştan tanımlama ihtiyacı duyuyoruz “başarmış olmayı.”
Her ne ise beklentimiz hayattan…
“Para kazanmak için çalışan bir eşek” olacağımıza, bize her gün bayram olsun.
Varsın birileri bize eşek diyeceğine “deli” desin!
insan = (yemek) + (uyumak) + (para kazanmak için çalışmak) + (eğlenmek) + (seks)
eşek = (yemek) + (uyumak) + (seks)
İlk denklemdeki (yemek + uyumak + seks) yerine (eşek) koyarsak yeni bir “insan” denklemi buluyoruz:
insan = (eşek) + (para kazanmak için çalışmak) + (eğlenmek)
Şimdi her iki taraftan (eğlenmek) çıkartılırsa:
(insan) - (eğlenmek) = (eşek) + (para kazanmak için çalışmak)
Sonuç: “Eğlenmesini bilmeyen bir insanın, sadece para kazanmak için çalışan eşekten bir farkı yoktur” diyebilir miyiz?
Deriz =)
Peki “eğlenmek” ne?
Bize düşünürken, yaparken ne mutluluk veriyorsa,
Ne gülümsetiyorsa…
Vaktin nasıl geçtiğini anlamadığımız,
İyi ki varım dediğimiz zamanlar…
Gelişmiş ülkelerde “kişisel eğlence yöneticisi” diye etrafta dolaşan kişiler varken, bizde nerdeyse ayıp sayılan bir şey bu eğlenmek.
Bilirsiniz, “gününü gün etmek” diye bir söz var bizde. Kulağa ne kadar olumsuz geliyor değil mi?
Bir de “eğlenmeyi bırakta elindeki işi bitir” der bazı bilmiş büyüklerimiz…
Onlar için “iş” hep sıkıcı olmuştur çünkü. Siz eğleniyorsanız işinizi yapmıyorsunuz demektir! Eğlenerek iş yapılmaz!!
Ne mutlu esasında gününü gün edebilenlere.
Sululuk yapmak, diğerlerinin haklarına tecavüz etmek, başkalarının canını sıkmak… Bunlar olmadığı sürece, eğlenmek yaşamın her alanında olmalı; yemek yerken, yürürken, okurken, seks yaparken, hatta çalışırken…
Hayatın kendisi bir şölen. Değişen sadece ona nasıl baktığımız.
Kimlerle birlikte bu hayatı paylaştığımız belki de ilk sorgulamak gereken nokta.
Hepimizin etrafında ne konuştuğu, ne de yaptıkları ile bize renk katmayan, sıkıcı insanlar var. Bir şekilde de etrafımızda olmaya devam ediyorlar. Hep benzer sorunlar, hep aynı dertler… Bir bakmışız bizim ruhumuz da daralmış.
Oysa çevremizde kimin olacağına neden biz karar vermiyoruz, neden çıkaramıyoruz onları hayatımızdan?
Elimiz kolumuz bağlıysa, bağlayan kim? Çözecek olan kim?
Eğlenmek arasıra karşılanması gereken bir ihtiyaçtan çok, hayatın kendisi olmalı. Ta kendisi.
Nasıl eğlendiğimiz ise doğal olarak bizim hayallerimiz, hayata yüklediğimiz anlam ve kültürümüzle limitli.
Kimi [benim gibi] bir şeyler karalarken, diğerleri çok derin bir mağaraya atlarken.
Kimi uyuşturucu ile, diğerleri gerçekten uçarken:
Kimi köpeği ile boğuşurken, diğerleri kurtardığı aslanla karşılaştığında:
Her ne nefesimizi kesiyorsa…
İşte o zaman tadından yenilmez olmaya başlıyor hayat.
İşte o zaman [her nasıl tanımladıysak “başarılı olmayı”] daha bir emin olmaya başlıyor ona giderken attığımız adımlar da.
Ya da kendimiz için yeni baştan tanımlama ihtiyacı duyuyoruz “başarmış olmayı.”
Her ne ise beklentimiz hayattan…
“Para kazanmak için çalışan bir eşek” olacağımıza, bize her gün bayram olsun.
Varsın birileri bize eşek diyeceğine “deli” desin!
TUNÇ KILINÇ'tan alıntıdır