N
Neşe Demirhan
Kullanıcı
Ünlü düşünür “Düşünüyorum, öyleyse varım” demiş, biz ise “Okuyorum, öyleyse varım” diyenlerdeniz. Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” derdi. Öyleyse okumadan bilgi sahibi olunmazsa, fikirler de okumadan üretilemez. Biz okumadan var olamayız, varlığımızı kanıtlayamayız.
Bugün kalem, kağıt ve mürekkep dünyayı yönetirken hala kitapsız evlerde oturmanın acısını hissetmememiz ne acıdır. Kitapsız, kütüphanesiz evler ki ruhsuz bir ceset gibi bize bakıyor. Yüzlerce lira harcanarak alınan plazma tv’ler baş köşeye kurulurken neden evlerimizde bir kitaplık ihtiyacı duyulmuyor?
Boş zamanlarında kitap okuduğunu söyleyenler, dolu zamanlarının ne zaman olduğunu söyleyebilir mi? Türkiye’de insanlar günde ortalama 6.5 saat TV seyrediyor. Pembe dizilerin, normal dizilerin abonesi olanlar saat 19.00-24.00 kuşağında alabildiğine şiddet, korku ve magazin izlerken zamanlarını doldurduklarını göre, kitap okumak da haliyle boş zaman işi mi oluyor?
İnsanlarımız TV başında kalarak ya da bulvar gazetelerini okuyarak bilgi gibi bir erdeme kavuşamazlar. Hatta gazeteyi okuyan değil de aynı TV seyreder gibi gazeteye bakan insanlar durumundayız. Sonra özenip duruyoruz bir başkasına. Adamlar, seyahatlerinde bile, metroda bile gazete ya da kitap okuyorlar gibi hikayelerle kendimizi avutuyoruz. Onların okudukları kendilerinedir, ya biz ne yapıyoruz ona bakalım.
Bin Japon’dan 557’si gazete okurken bin Türk’ten sadece 61’i gazete okuyor. Okuyor diyelim şimdilik ama bakılan gazeteleri de hesaba katmak lazım.
Japonya’da sadece bir gazete 11 milyon tiraj yaparken Türkiye’deki gazetelerin bütün promosyonlara rağmen hala 3 milyonu aşamayan ve günden güne de düşen tirajlarına ne dersiniz?
Batıda kitap, ihtiyaç listesinde 18. sırada yer alırken Türkiye’de 235. sırada…
ABD’de 118 bin kütüphane varken Türkiye’de bu sayı 1173… 1173 kütüphaneye ne kadar gidildiği ve ne kadar kitap alındığı da başka bir cevapsız bir soru…
Almanya’da kişi başına 2700 kitap düşerken Türkiye’de kişi başına sadece 7 kitap düşüyor.
İşin sevinilecek tarafı ise Türkiye’de kitap okumanın önemine inananların oranı yüzde yüz iken, kitap okuyanların oranı sadece yüzde yedi… Kısaca, nutuk atmayı seviyoruz. Ah bir vakit bulsam okuyacağım ama maalesef vaktim yok diyenler, bir başkasına “ben okuyamıyorum ama sen oku” diye seslenmeyi ihmal etmiyor.
Kimisi yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’in ilk emrinin “Oku” olduğunu anlatıyor, kimisi de Katip Çelebi’nin ya da İbni Sina’nın gece başlayan ve sabahlara kadar süren okumalarından bahsediyor. Peki, yüce kitabımızın emri “Oku” ise bu emir herkes için geçerli değil midir? Sadece öğrenciler mi okuyacaktır? Ya biz ne zaman okuyacağız?
Aşık Veysel:
Aldanma dünyanın kuru lafınaKültürsüz adamın külü yalandırHükmetse dünyanın her tarafınaArzusu, emeli, yolu yalandır
Demiş. Ne güzel söylemiş. Orhan Veli’nin “Bu vatan için kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik” sözü gibi nutuk söyleyenimiz çok, “biz okumadık siz okuyun çocuklar” edebiyatı almış başını gitmiş.
Türkiye’de okuma yazma bilmeyen yüzde sekizlik bir “mutlu azınlık” var ama onlara kızmak ya da yüklenmek için bunları yazmıyorum. Bir sanatçının dediği gibi Oxfort vardı da onlar mı okumadı? Lakin, şu okumuş yazmışlara ne demeli? Doğan Cüceloğlu, “Mış gibi Yaşamak” kitabında okumuşumuzu da masaya yatırıyor ve olayların farkına varma noktasında sıradan insanlardan daha gerideler diyor ve işin ilginç tarafı Türk insanı okumuşuna, yani aydınına da bu noktada güvenmiyormuş. Elbette mesele sadece okul bitirmek, üniversiteli olmak meselesi değil ki…. Önemli olan kendini yetiştirmektir. Nobel ödülü sahibi Einstein, üniversite mezunu değildi ama tam bir okuma tutkunuydu.
Sadece bir kitap bile ne kadar önemlidir. Orhan Pamuk bunu Yeni Hayat kitabında “Bir kitap okudum hayatım değişti” diye anlatır. Komünist Rusya’nın kurucusu Lenin, Sibirya sürgününde Marks’ın bir kitabını o dondurucu soğukta tam bin kez okuduğunu söylüyor. Motivasyonun gücüne ve inanmışlığa bakın siz.
Yavuz Sultan Selim, sefere her çıkışında kütüphanesinden bir bölüm kitabı develere yükletip yanında taşıyor ve günde üç saat uyurken, günün sekiz saatini okumakla geçiriyor. İşte bir büyük devlet adamındaki bilinç ve mükemmel bir irade….
Diğer taraftan Kahramanmaraş’ın Türkoğlu ilçesinde lise öğrencilerine zarar veren bir genci, polis alıp savcının karşısına getirmiş. Savcı Bey, genç adamı hapishaneye göndermek yerine son derece isabetli bir kararla 100 temel eserden üç tanesini okuma cezası vermiş gence. Genç adam, önce bu karara sevinmiş ama daha kitaplardan birini dahi okuyamadan savcının karşısına çıkmış ve kitap okumanın zorluğunu anlatarak hapishaneye girmek istediğini söylemiş. Demek ki bazı alışkanlıklar zamanında kazanılmayınca bazı insanlara kitap okumak işkence gibi geliyor.
Ben okuma alışkanlığı kazanmamış olanlara okumaya ilgi duymaları için öncelikle hikaye ve roman okumalarını tavsiye ederim. TV’deki pembe diziler gibi, hikaye ve roman okuyucuda bir tutkuya yol açacaktır. Bir süre sonra okumalar çeşitlendirilebilir diye düşünürüm.
İçimizi sızlatacak bir olay da Şanlıurfa’da gerçekleşmiş. Bu şehrimizde bir okul müdürü, öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırmak için okuyan çocuklara muz ve meyve suyu ikram ediyormuş. Çocuklar bu uygulamaya sevinmişler. Bazıları ilk defa kitap okumanın mutluğunu yaşadıklarını söylerken bazıları da hayatlarında ilk defa muz yediklerini söylemişler.
Bu arada şair ve yazar Borges’ten bahsetmeliyim. 88 yaşındaki annesiyle birlikte kitapçıya giden Borges, oradan Anglosakson dili ve grameri kitabını almış. Borges’in gözleri görmediği için annesi Borges’in okumalarına yardımcı oluyormuş. Bizde ise çağımızın ünlü fikir adamı Cemil Meriç de böyleydi. Cemil Meriç de uzun yıllar başkasının kendisine okuduğu kitaplarla kitap zevkini tadan birisiydi. O Cemil Meriç ki, okumayı iki ruh arasında aşıkâne bir mülakat olarak değerlendirirdi. Kitap için ise meçhule açılan bir kapı derdi. Ona göre okuma, içimizdeki meçhul âlemin kapılarını açan bir anahtardı.
Rabbim parayı dilediğine, ilmi ise dileyene verirmiş, bunu eskiler hep söylerler. Napolyon istediği kadar “para, para, para” desin, bilginin insana verdiği mutluluğu hiçbir şey veremez.
Edebiyat Öğretmeni-Yazar-Gazeteci :Seyit Burhanettin AKBAŞ 17.04.2008
Bugün kalem, kağıt ve mürekkep dünyayı yönetirken hala kitapsız evlerde oturmanın acısını hissetmememiz ne acıdır. Kitapsız, kütüphanesiz evler ki ruhsuz bir ceset gibi bize bakıyor. Yüzlerce lira harcanarak alınan plazma tv’ler baş köşeye kurulurken neden evlerimizde bir kitaplık ihtiyacı duyulmuyor?
Boş zamanlarında kitap okuduğunu söyleyenler, dolu zamanlarının ne zaman olduğunu söyleyebilir mi? Türkiye’de insanlar günde ortalama 6.5 saat TV seyrediyor. Pembe dizilerin, normal dizilerin abonesi olanlar saat 19.00-24.00 kuşağında alabildiğine şiddet, korku ve magazin izlerken zamanlarını doldurduklarını göre, kitap okumak da haliyle boş zaman işi mi oluyor?
İnsanlarımız TV başında kalarak ya da bulvar gazetelerini okuyarak bilgi gibi bir erdeme kavuşamazlar. Hatta gazeteyi okuyan değil de aynı TV seyreder gibi gazeteye bakan insanlar durumundayız. Sonra özenip duruyoruz bir başkasına. Adamlar, seyahatlerinde bile, metroda bile gazete ya da kitap okuyorlar gibi hikayelerle kendimizi avutuyoruz. Onların okudukları kendilerinedir, ya biz ne yapıyoruz ona bakalım.
Bin Japon’dan 557’si gazete okurken bin Türk’ten sadece 61’i gazete okuyor. Okuyor diyelim şimdilik ama bakılan gazeteleri de hesaba katmak lazım.
Japonya’da sadece bir gazete 11 milyon tiraj yaparken Türkiye’deki gazetelerin bütün promosyonlara rağmen hala 3 milyonu aşamayan ve günden güne de düşen tirajlarına ne dersiniz?
Batıda kitap, ihtiyaç listesinde 18. sırada yer alırken Türkiye’de 235. sırada…
ABD’de 118 bin kütüphane varken Türkiye’de bu sayı 1173… 1173 kütüphaneye ne kadar gidildiği ve ne kadar kitap alındığı da başka bir cevapsız bir soru…
Almanya’da kişi başına 2700 kitap düşerken Türkiye’de kişi başına sadece 7 kitap düşüyor.
İşin sevinilecek tarafı ise Türkiye’de kitap okumanın önemine inananların oranı yüzde yüz iken, kitap okuyanların oranı sadece yüzde yedi… Kısaca, nutuk atmayı seviyoruz. Ah bir vakit bulsam okuyacağım ama maalesef vaktim yok diyenler, bir başkasına “ben okuyamıyorum ama sen oku” diye seslenmeyi ihmal etmiyor.
Kimisi yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’in ilk emrinin “Oku” olduğunu anlatıyor, kimisi de Katip Çelebi’nin ya da İbni Sina’nın gece başlayan ve sabahlara kadar süren okumalarından bahsediyor. Peki, yüce kitabımızın emri “Oku” ise bu emir herkes için geçerli değil midir? Sadece öğrenciler mi okuyacaktır? Ya biz ne zaman okuyacağız?
Aşık Veysel:
Aldanma dünyanın kuru lafınaKültürsüz adamın külü yalandırHükmetse dünyanın her tarafınaArzusu, emeli, yolu yalandır
Demiş. Ne güzel söylemiş. Orhan Veli’nin “Bu vatan için kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik” sözü gibi nutuk söyleyenimiz çok, “biz okumadık siz okuyun çocuklar” edebiyatı almış başını gitmiş.
Türkiye’de okuma yazma bilmeyen yüzde sekizlik bir “mutlu azınlık” var ama onlara kızmak ya da yüklenmek için bunları yazmıyorum. Bir sanatçının dediği gibi Oxfort vardı da onlar mı okumadı? Lakin, şu okumuş yazmışlara ne demeli? Doğan Cüceloğlu, “Mış gibi Yaşamak” kitabında okumuşumuzu da masaya yatırıyor ve olayların farkına varma noktasında sıradan insanlardan daha gerideler diyor ve işin ilginç tarafı Türk insanı okumuşuna, yani aydınına da bu noktada güvenmiyormuş. Elbette mesele sadece okul bitirmek, üniversiteli olmak meselesi değil ki…. Önemli olan kendini yetiştirmektir. Nobel ödülü sahibi Einstein, üniversite mezunu değildi ama tam bir okuma tutkunuydu.
Sadece bir kitap bile ne kadar önemlidir. Orhan Pamuk bunu Yeni Hayat kitabında “Bir kitap okudum hayatım değişti” diye anlatır. Komünist Rusya’nın kurucusu Lenin, Sibirya sürgününde Marks’ın bir kitabını o dondurucu soğukta tam bin kez okuduğunu söylüyor. Motivasyonun gücüne ve inanmışlığa bakın siz.
Yavuz Sultan Selim, sefere her çıkışında kütüphanesinden bir bölüm kitabı develere yükletip yanında taşıyor ve günde üç saat uyurken, günün sekiz saatini okumakla geçiriyor. İşte bir büyük devlet adamındaki bilinç ve mükemmel bir irade….
Diğer taraftan Kahramanmaraş’ın Türkoğlu ilçesinde lise öğrencilerine zarar veren bir genci, polis alıp savcının karşısına getirmiş. Savcı Bey, genç adamı hapishaneye göndermek yerine son derece isabetli bir kararla 100 temel eserden üç tanesini okuma cezası vermiş gence. Genç adam, önce bu karara sevinmiş ama daha kitaplardan birini dahi okuyamadan savcının karşısına çıkmış ve kitap okumanın zorluğunu anlatarak hapishaneye girmek istediğini söylemiş. Demek ki bazı alışkanlıklar zamanında kazanılmayınca bazı insanlara kitap okumak işkence gibi geliyor.
Ben okuma alışkanlığı kazanmamış olanlara okumaya ilgi duymaları için öncelikle hikaye ve roman okumalarını tavsiye ederim. TV’deki pembe diziler gibi, hikaye ve roman okuyucuda bir tutkuya yol açacaktır. Bir süre sonra okumalar çeşitlendirilebilir diye düşünürüm.
İçimizi sızlatacak bir olay da Şanlıurfa’da gerçekleşmiş. Bu şehrimizde bir okul müdürü, öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırmak için okuyan çocuklara muz ve meyve suyu ikram ediyormuş. Çocuklar bu uygulamaya sevinmişler. Bazıları ilk defa kitap okumanın mutluğunu yaşadıklarını söylerken bazıları da hayatlarında ilk defa muz yediklerini söylemişler.
Bu arada şair ve yazar Borges’ten bahsetmeliyim. 88 yaşındaki annesiyle birlikte kitapçıya giden Borges, oradan Anglosakson dili ve grameri kitabını almış. Borges’in gözleri görmediği için annesi Borges’in okumalarına yardımcı oluyormuş. Bizde ise çağımızın ünlü fikir adamı Cemil Meriç de böyleydi. Cemil Meriç de uzun yıllar başkasının kendisine okuduğu kitaplarla kitap zevkini tadan birisiydi. O Cemil Meriç ki, okumayı iki ruh arasında aşıkâne bir mülakat olarak değerlendirirdi. Kitap için ise meçhule açılan bir kapı derdi. Ona göre okuma, içimizdeki meçhul âlemin kapılarını açan bir anahtardı.
Rabbim parayı dilediğine, ilmi ise dileyene verirmiş, bunu eskiler hep söylerler. Napolyon istediği kadar “para, para, para” desin, bilginin insana verdiği mutluluğu hiçbir şey veremez.
Edebiyat Öğretmeni-Yazar-Gazeteci :Seyit Burhanettin AKBAŞ 17.04.2008