Ö
özlem1980
Kullanıcı
İnsanız ve insan olmanın da sanırım gedikleri var. Onlar bizim açık noktalarımız. Programlama dilinde geçen ‘bug’lar gibi…
“Kaçanın kovalanması, kovalananın kaçtıkça değere binmesi” çoğumuzun defalarca yaşadığı, yaşarken pek anlamasak da, sonradan hep onay verdiğimiz bir önerme.
Doğru. Gönül kaçanı kovalıyor gerçekten.
Birini seviyorsunuz (çokca sevgili anlamında olsa da, bir arkadaş için bile olabilir) o da bunu anlayınca kaçmaya başlıyor sizden.
Taparsan tepilirsin, tepersen tapılırsın (sanırım bu arkadaşlar arasında “4s” olarak geçen kuralın en düzgün yazım şekli!)
Kötü davranmanın prim yaptığını bilen bir kaçan, kötü davranılmaktan keyif alan bir kovalayan!
Oysa sevmekten güzeli var mı? Birini seviyor ve bunu belli ediyorsunuz. Hatta teslim oluyorsunuz. Kartları açık oynadığınız ve içinizden geldiği gibi davrandığınız içinse ızdırap çekiyorsunuz. Veya kaygan zeminde zoru oynayıp, gizemli davrandığınızda kuvvetli taraf olup, bu sefer peşinizden gelinen oluyorsunuz.
Her iki tarafta açık oynasa ya kartlarını demek geliyor insanın içinden…
Peki; okşayan eli itip, tekmeleyen ayağı neden öpüyoruz? Tekmelenmek veya acı çekmek bu sevgi denen şeyin olmazsa olmazı mı? Bilerek, isteyerek, hatta zevk alarak kul köle olmak…
Karşımızdakinin bizim bir dediğimizi iki etmemesi, hep alttan alması, daha sık arayıp sorması sanırım bizde “tamam, artık o benimdir” algısı yaratıyor. Ve biz insanoğlu sahip olduklarımızın değerini bilmiyor, hep sahip olamadığımızı istiyoruz.
Tutkular sahip oluncaya kadar yaşıyor.
İçimizden geldiği gibi, hiç frene basmadan yaşadığımız… Gözümüzü telefondan ayıramayıp çalan her telefonun, gelen her mesajın ondan olsun istediğimiz… Fazlaca üstüne düşüp ve onu tepemize çıkarttığımız zamanlar…
İşte tüm bunlar kaçanın kendini olduğundan daha güçlü ve daha bağımsız hissetmesini sağlamıyor mu? Çünkü artık o her istediğini yaptırabilen bir konumda, hem de sizin kendi tercihinizle. Her istediğinizi yapan, her şeyini feda edebilen kişi ise zayıf karakterlidir önermesi burada devreye giriyor; saygı azalıyor, küçümseme başlıyor.
Kovalayan daha bir hırs yapıyor, artan acı da ondaki motivasyonu tavan yaptırıyor. İstenmemenin bile istenir olmaya tercih edilebileceği bir seviyeye geliniyor. Ve… Kaçanın zorbalıkları kovalayanın tutkusu oluyor. [Girdaba bakın!]
Defalarca “yeter artık” demelerin, anlık mutluluklara tercih edildiği zamanlar…
Kimin söylediğini hatırlayamadığım bir söz özetliyor herşeyi: “insan nedense, kendisine ızdırap çektirenlere yeni ızdırap şansları tanımak konusunda çok hevesli.”
Sık olmasa da, tersine dönebildiği de oluyor bu durumun. Kaçanın kovalayan, kovalayanın kaçan rolleri alması. Kovalayan kendiyle “samimi” olabilmiş ve gerçekten yeter demiştir artık. Şimdi acı çektirmekten keyif alan, acı çekmekten keyif alır hale gelecektir.
Kaçan veya kovalayan… Bu hepimizin hayatta en az bir kere gireceği, doğru insanı bulana kadar da kafamızı karıştırmaya devam edecek bir girdap.
Sadece karşılıklı ve gerçek aşklarda bu söz konusu olmuyor. Her iki tarafın da zaten gözü bir şey görmediği için, kaçma kovalama gizem vs gündem dışı kalıyor.
Şimdi diyeceğim ki “size değer vermeyene siz de vermeyin” ancak bu öyle bir kaç kez yaşanmadan öğrenilecek bir şey değil. Dibine kadar yaşanmalı da.
Bu sonuçta bizim biz olmamızı sağlayan bir “bug.” Bu bizim doğal halimiz. Kaçan da, kovalayan da olmuş biri olarak diyorum ki; iyi ki var bu zayıflıklarımız. Gönül sevmek ister, güvenmek ister. Aşkını pamuklara sarmalayıp sarmak ister!
Peki o zaman ne öğrendim bunca sene?
İzin vermediğimiz kişilerin bizi üzemeyeceğine…
ALINTI
“Kaçanın kovalanması, kovalananın kaçtıkça değere binmesi” çoğumuzun defalarca yaşadığı, yaşarken pek anlamasak da, sonradan hep onay verdiğimiz bir önerme.
Doğru. Gönül kaçanı kovalıyor gerçekten.
Birini seviyorsunuz (çokca sevgili anlamında olsa da, bir arkadaş için bile olabilir) o da bunu anlayınca kaçmaya başlıyor sizden.
Taparsan tepilirsin, tepersen tapılırsın (sanırım bu arkadaşlar arasında “4s” olarak geçen kuralın en düzgün yazım şekli!)
Kötü davranmanın prim yaptığını bilen bir kaçan, kötü davranılmaktan keyif alan bir kovalayan!
Oysa sevmekten güzeli var mı? Birini seviyor ve bunu belli ediyorsunuz. Hatta teslim oluyorsunuz. Kartları açık oynadığınız ve içinizden geldiği gibi davrandığınız içinse ızdırap çekiyorsunuz. Veya kaygan zeminde zoru oynayıp, gizemli davrandığınızda kuvvetli taraf olup, bu sefer peşinizden gelinen oluyorsunuz.
Her iki tarafta açık oynasa ya kartlarını demek geliyor insanın içinden…
Peki; okşayan eli itip, tekmeleyen ayağı neden öpüyoruz? Tekmelenmek veya acı çekmek bu sevgi denen şeyin olmazsa olmazı mı? Bilerek, isteyerek, hatta zevk alarak kul köle olmak…
Karşımızdakinin bizim bir dediğimizi iki etmemesi, hep alttan alması, daha sık arayıp sorması sanırım bizde “tamam, artık o benimdir” algısı yaratıyor. Ve biz insanoğlu sahip olduklarımızın değerini bilmiyor, hep sahip olamadığımızı istiyoruz.
Tutkular sahip oluncaya kadar yaşıyor.
İçimizden geldiği gibi, hiç frene basmadan yaşadığımız… Gözümüzü telefondan ayıramayıp çalan her telefonun, gelen her mesajın ondan olsun istediğimiz… Fazlaca üstüne düşüp ve onu tepemize çıkarttığımız zamanlar…
İşte tüm bunlar kaçanın kendini olduğundan daha güçlü ve daha bağımsız hissetmesini sağlamıyor mu? Çünkü artık o her istediğini yaptırabilen bir konumda, hem de sizin kendi tercihinizle. Her istediğinizi yapan, her şeyini feda edebilen kişi ise zayıf karakterlidir önermesi burada devreye giriyor; saygı azalıyor, küçümseme başlıyor.
Kovalayan daha bir hırs yapıyor, artan acı da ondaki motivasyonu tavan yaptırıyor. İstenmemenin bile istenir olmaya tercih edilebileceği bir seviyeye geliniyor. Ve… Kaçanın zorbalıkları kovalayanın tutkusu oluyor. [Girdaba bakın!]
Defalarca “yeter artık” demelerin, anlık mutluluklara tercih edildiği zamanlar…
Kimin söylediğini hatırlayamadığım bir söz özetliyor herşeyi: “insan nedense, kendisine ızdırap çektirenlere yeni ızdırap şansları tanımak konusunda çok hevesli.”
Sık olmasa da, tersine dönebildiği de oluyor bu durumun. Kaçanın kovalayan, kovalayanın kaçan rolleri alması. Kovalayan kendiyle “samimi” olabilmiş ve gerçekten yeter demiştir artık. Şimdi acı çektirmekten keyif alan, acı çekmekten keyif alır hale gelecektir.
Kaçan veya kovalayan… Bu hepimizin hayatta en az bir kere gireceği, doğru insanı bulana kadar da kafamızı karıştırmaya devam edecek bir girdap.
Sadece karşılıklı ve gerçek aşklarda bu söz konusu olmuyor. Her iki tarafın da zaten gözü bir şey görmediği için, kaçma kovalama gizem vs gündem dışı kalıyor.
Şimdi diyeceğim ki “size değer vermeyene siz de vermeyin” ancak bu öyle bir kaç kez yaşanmadan öğrenilecek bir şey değil. Dibine kadar yaşanmalı da.
Bu sonuçta bizim biz olmamızı sağlayan bir “bug.” Bu bizim doğal halimiz. Kaçan da, kovalayan da olmuş biri olarak diyorum ki; iyi ki var bu zayıflıklarımız. Gönül sevmek ister, güvenmek ister. Aşkını pamuklara sarmalayıp sarmak ister!
Peki o zaman ne öğrendim bunca sene?
İzin vermediğimiz kişilerin bizi üzemeyeceğine…
ALINTI