Korkuyu beklerken /Oğuz ATAY

  • Konbuyu başlatan su perisi
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kitap Önerileri kategorisinde su perisi tarafından oluşturulan Korkuyu beklerken \/Oğuz ATAY başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,939 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kitap Önerileri
Konu Başlığı Korkuyu beklerken \/Oğuz ATAY
Konbuyu başlatan su perisi
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan su perisi
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0


Oğuz Atay'ın hikayeleri, gündelik hayatı kavrayış derinliği, anlatım zenginliği ve okurunu alıp götürmedeki enerjileri bakımından romanlarından geri kalmıyor. Kitaba adını veren hikayenin "korkuyu beklerken" kendini evine hapseden kahramanı, Atay'ın edebiyat güzergahındaki farklılığın en büyük kanıtlarından. Yazarın bu kitaptaki ilk hikayeyle var ettiği "beyaz mantolu adam" da öyle. Tavanaralarına saklanan eşyadan, gazetelerin dert köşelerine gönderilen mektuplara kadar "Türkiye'nin ruhu"nu hep aynı maharetle kavrıyor Oğuz Atay.


Bizim ilk günahımız belki de budur. Kapalı sistem yaratıklarının dış dünyaya karşı beslediği korkudur. Yaşama korkusudur. Fütuhat da, herkese ve her şeye boyun eğdirerek bu korkudan kurtulma çabasıdır. Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı bekleyenlerin korkusudur. Bir şehire kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Kardeşleri tarafından öldürülmeyi bekleyen sarayın korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta dinden korkmaktır bu. Halk Partisinin Köy Enstitülerinden korkmasıdır, Demokrat Partinin modern resimden korkmasıdır. Bazı solcuların modern edebiyattan, modern sanattan korkmasıdır. Halkın içinde sivrilen esnafın, eşrafın, mollanın halktan korkmasıdır. Korkunun sonu yabancılaşmadır. Yeni yazarların kelimeler icad ederek azınlık olma telaşıdır, toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusudur. Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabasıdır.

Temel kavramların onu bir hiçe indireceği korkusudur. Korku ortadan kalkarsa postunu kaybedeceğinden korkan tekke şeyhinin korkusudur. Bunun için müeyyideler gevşektir. Herkes korkmalıdır ama ceza da uygulanmamalıdır.Müeyyideler hayatı zehir edecek kadar korkutmalıdır ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır. Neyin ne olduğu, hangi suçun cezası ne kadar olduğu bilinmemelidir. Fakat herkes her an, suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız. Bizim ilk günahımız budur cezalandırılmayan küçük günahların toplamı Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır. Karşılıklı bir oyundur bu. Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği aramaktır. Bilim bunun için tehlikelidir, felsefe bunun için tehlikelidir, deneme bunun için tehlikelidir, roman ve hikaye bunun için tehlikelidir. Belirli kalıplar içinde kalan şiir bunun için tehlikesizdir. Taklitçi olmayan Batıcılık bunun için tehlikelidir. Gerçeği arayan Doğu bunun için tehlikelidir.


Sorun bulma , yazma ve özellikle de yaratma sorunu değildi, sorun olanı fark etme , olanda derinleşme sorunuydu.. yeni bir şey değildi aradığım.. yeni bir şey de yoktu sanırım.. bu noktada oyunlaştırma ve yeniden anlatma nın benim algıma, beklentilerime daha uygun olduğunu düşünmeye başladım.. daha ne kaldı diyerek kendi içime döndüğümü hatırlıyorum.. bilebildiğim kadarıyla işte her şey bitmişti.. karahüseyinoğlu,murat

ÖYKÜSÜ : O yalnız yaşayan biridir.. Bir gün, anlaşılmayan bir dilde yazılmış bir mektup alır. Üniversite de ölü diller üzerinde uzman olan arkadaşına götürdüğü/okuttuğu mektup size bildirine kadar evinizden çıkmayın anlamında bir uyarıdır... O, eve kapanır...Korkuyla, Korkuyu Beklemeye başlar...

KORKUYU BEKLERKEN​
 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Yazarın kitabında sekiz öykü bulunmakta.

İlk hikaye “Beyaz Mantolu Adam”. Kalabalığın içinde başarısız ve parasızdır. Başkaları tarafından kendisine hep bir iş yüklenir; bavul taşır, yük taşır… Elbise ve kumaşların olduğu bir dükkanda beyaz bir manto ilgisini çeker, alır ve giyer. Gittiği her kalabalıkta dikkat çeker, sorgulanır. Herkes kendine göre bir tanımlama yapar onun için. Rahatsız edildiğinde kaçmak dışında o kadar tepkisizdir ki, bir dükkan sahibi tarafından vitrine manken olarak konulduğunda bile sesini çıkarmaz. Dükkanda onun sayesinde iyi satış yapılır. Oradan da  kaçar, dolaşır, trene biner, deniz kıyısına halk plajına gider. Kimseye bir şey yapmayan, konuşmayan, kendi halindeki beyaz mantolu adam yine ilgi çekip insanları başına toplar. Varsayımlarda bulunurlar kendisi hakkında; kimine göre hasta, kimine göre deli, kimine göre de sapıktır. Onlardan da kaçar, denize doğru gider, ilerler ve gözden kaybolur. Bir genç ve diğerleri onu kurtarmak için çabalar ama geç kalırlar.

İkinci hikâye “Unutulan”. Tozlu, böcekli tavan arasından seslenir sevgilisine. Kitaplardan, hayatı boyunca ilgi aradığından bahseder. Karanlık olduğunda bir el feneri uzanır delikten. El fenerini eşyalara tuttuğunda , o eşyaların sahibi olan yakınlarını, onların hayatlarını düşünür, sorgular. Ve bir elinde silahla örümcek bağlamış eski sevgilisini görür. Hiç değişmemiştir kendisine göre. Onsuz yaşayamayacağını düşünür. Kendisini öldürdüğünü duymamış, iş güç arasında da tavan arasına çıkmamıştır. Elbisesinin çürümüş bir yerine dokunduğunda bir sürü hamamböceği çıkar sevgilisinin cesedinden. İlişkilerini sorgular. Aşağıdan şimdiki sevgilisinin seslenir.


Üçüncü hikâye kitaba da adını veren “Korkuyu Beklerken”.
Evine doğru giderken kendisine miskin gözlerle bakan köpekler ilk defa havlar, takip eder. Evine girdiğinde kendini sorgular ve şöyle der:”Yalnız korkmaktan korktukça yalnızlığım artıyor”. Bilmediği bir dilde yazılmış bir mektup bulur evinde. Bu mektubu kimin yazmış olabileceğini düşünür; hizmetçinin kızı mıdır yoksa evinin bulunduğu sokaktaki yabancılar ya da elçiler midir? Üniversitede ölü diller üzerine öğretim görevlisi olan arkadaşını arar, mektubu gösterir. Arkadaşına göre bu mektubu gizli mezheplerden biri yollamıştır. Mektupta :”Mektubu aldığınız andan itibaren evinizden çıkmamanızı kesinlikle bildiririz. Dikkat! Sizi uyarırız!” gibi şeyler yazmaktadır. Arkadaşı korktun mu diyerek güler. Bir süre düzenli günler geçirir; işte, evde, otobüste kitap okur, Latince çalışır, sinemaya gider. Postacı, öğretim görevlisi arkadaşının mektubun tam çevirisini yaptığı bir mektup getirir. Ve mektupta yazdığı gibi evden çıkmaz, kendini ölecekmiş gibi hisseder hatta ölümü sonrasını düşünür. Onun düşüncelerini olduğu gibi aktaralım:“Sanki, kime yazıldığı bile belli olmayan bu mektubu almadan önce yaşamamıştım, şimdi zaten yaşamıyordum. Bütün hafızamı, hayal gücümü zorluyordum; geçmişe ait bir şeyler hatırlamak, bir şeyler görmek istiyordum. Olmuyordu. Aslında düşününce, canım şu zamanda şöyle olmuştu, annemin yüzü beyazdı ve yatay çizgiliydi, okula başladığım gün ne kadar korkmuştum diyebiliyordum. Fakat, mesele bu değildi; mesele, bir şeyleri, sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti. Bense bunu hiç becerememiştim. Ne tabiatı, ne insanları, ne de olup bitenleri hiç sevmemiştim; kendimi bile, kendi yaptıklarımı bile.” Evdeki evrakları, kağıtları yırtar atar ve tüm zamanlarını sorgular, saptamalarda bulunur: “Bu kötü hayatı sanki doğmadan önce yaşamıştım; kendime yakıştırdığım yaşantıları doğmadan önce de okumuştum. Kötülüklerimin bile kendime, öz varlığıma ait olduğuna inanmıyordum.” Sonunda evden çıkar ve dış dünyanın içinde yer almaya çalışır hem de toplumun çoğunluğunun öngördüğü ilişkiler içinde. Kendisine mektup gönderen mezhebin ismi ‘Ubar-Metenga’dır. Mezhebin anlamı ve ‘suç’ kavramı üzerine düşünür. Sürpriz olaylar da gelir başına. Bir süre sonra bazı çiftlere, Ubar-Metenga mezhebinin kendisine gönderdiği mektupları gönderir. Polise gider ve bu mektupları kendisinin yazdığını söyler.



   Dördüncü hikâye, kendinden, beraber olduğu kadından, köpeğinden, başından geçenlerden ayrıntılarla bahseden bir kişinin tüm bu olayları yazdığı ama göndermediği “Bir Mektup” üzerine.


   Beşinci hikâye “Ne Evet Ne Hayır”, lise mezunu bir kişinin çeşitli işlerde çalışıp askerliğini yaptıktan sonra bir gazetede çalışması ve “gönül postası” bölümünde görevlendirilmesini anlatıyor. Saplantılı bir aşkın tutsağı olmuş bir gencin kendisine yazdığı mektup ilgisini çeker. Mektubu yazan gencin sevdiği kız, kendisine ‘ne evet ne hayır’ demiştir.


   Tuğrul bey eksenli altıncı hikâye olan “Tahta at”, adından da anlaşılacağı gibi Çanakkale şehrimizde Troya’da yer alan, şehri almak için içinde askerlerin gizlendiği ‘Tahta At’dan yola çıkmış.


   Yedinci hikâye “Babama Mektup”, babasının ölümünün ikinci yılında bir oğulun babasına yazdığı dokunaklı bir mektup üzerine.


   Ve son olarak sekizinci hikâye “Demiryolu hikâyecileri – Bir Rüya”. Bu hikâye de, büyük şehirlerden uzak bir dağ başı kasabasında demiryolu istasyonunda çalışan üç hikâyeci üzerine. Bu üç kişi yazdıkları öyküleri istasyondan geçen tren yolcularına satarlar. Ümitleri gece yarısından sonra geçen tek eksprese bağlıdır çünkü; bu saatte diğer seyyar satıcılar gelmediklerinden satış yapma olasılıkları daha fazladır.



 
Üst