S
sessiz_lik25
Kullanıcı
- 28 Ağu 2008
- En iyi cevaplar
- 0
- 0
“Bilgiç” deyince bildiklerini ve öğrenmiş olduklarını yerli-yersiz sergileyenler ve birikimlerini başkalarını “mat etmek” için kullananlar aklımıza gelir. Bazen de bu bilgiç tavrı aslında “bilgiç” olmayan, ama zihinleri “doğrucu” bir şekilde çalışan kişilerde de görürüz. Mesela oğlumun yanında bir rakamı veya ayrıntıyı yanlış veya eksik bir şekilde söylediğiniz zaman, oğlum sizin ifadenizi hemen düzeltir. Fakat bunun sebebi, kendisini ispatlama veya sizi zor durumda çabası değildir; sadece yanlış şeyleri düzeltmesi gerektiğine dair olan inancıdır. Yani bu türden kişilerin yaptıkları şey, bir şeyi düzeltmeye çalışmaktır. Yoksa kendilerini korumak veya size zarar vermek çabasında olmadıkları gibi, bilgiç kişiler de değillerdir.
Okuduklarını gerçekten “bilgiç” bir tavırla başkalarını mağlup etmek veya küçük düşürmek için kullananlar hariç, ben aslında kitap okuyanları değil, kitap okumayanları “bilgiç” bulurum.
Kitap okuyamadığına üzülen veya kitaplardan uzak oluşlarını biraz mahcubiyetle ifade eden veya kitap okumaya nedense ihtiyaç duymadıklarını veya alışamadıklarını samimiyetle ifade eden kişiler vardır ve ben onlara saygı duyuyorum. Kitapla buluşmaları konusunda onlara yardımcı olmaktan keyif alıyorum ve en kısa zamanda kitaplarla buluşmalarını yürekten istiyorum. Bir yandan da kitap okumasalar da sesli dokumanlar, seminerler veya sohbetler dinleyerek kendilerini geliştiren kişiler vardır. Onları da takdir ediyorum. Evet, kitap okumuyorlar belki, ama yine de bir takım kaynakları kullanarak, başka kişilerin birikiminden yararlanıyorlar.
Fakat “tenis oynamıyorum”, “ketçap yemem” veya “Kurtlar Vadisini Seyretmem” der gibi, “kitap okumam”, “kitap okuyacak zamanım yok” veya “kitap okumuyorum” gibi ifadeler kullanan ve bu konuda en ufak bir üzüntü duymayan kişiler vardır. Bu türden kişilerin bir kısmı da işi biraz daha ileri götürüp, kitap okumanın genel anlamda çok da yararlı olmadığını söylemeye de cür’et ederler.
Bence “bilgiç” vasfını tam anlamıyla hak eden kişiler bunlardır. Başkalarının yazdıklarını okumayan bir insanın aslında ne kadar bilgiç olduğunu anlamak için, öncelikle kitap okumanın ne anlama geldiğine bakalım: Düşünün ki siz kitapçıdan bir kitap aldınız ve okumaya başladınız. Bu tavrınızı açarsak, içinde şu ayrıntıları barındırdığını görürüz: Bir başkasının yazdığı bir kitaba para ve daha önemlisi zaman ayırmanız, o kitaptan bir şeyler öğrenebileceğinize inandığınızı, bu konuda istekli olduğunuzu ve dahası sizin mutevazı bir kişi olduğunuzu gösterir. Çünkü başka birisinden bir şeyler öğrenebileceğinizi kabul etmek, alçakgönüllü bir tavırdır.
Şimdi bu tavrın tersini düşünelim: Bir kişi, hiçbir kitabı okumuyor veya hiçbir semineri dinlemiyor. Sizce o kişinin bu tavrıyla verdiği mesaj nedir? Bence şudur: “Ben bana yeterim, başkalarının bilgi ve birikimleri bana ne bir şey kazandırabilir ne de bir şey katabilir!”
Şimdi belirteceğim şu iki tavırdan hangisi “bilgiç” bir duruş içermektedir: Sözgelimi kendisi 50 yaşında olduğu hâlde 30 yaşındaki bir yazarın kitabını satın alıp-okumak için para ve zaman ayıran birisi mi, yoksa hayatında hiçbir kitaba yer vermeyen bir başkası mı? Bence ikinci kişi bilgiçdir! O kadar bilgiçdir ki, başka insanların birikimlerinden yararlanmayı reddediyor. Fakat gelin-görün ki, bu türden kişiler bir yandan da despotturlar. Kendi düşüncelerini çevrelerine dayatırlar. Benim anlamadığım şey de, kendileri başkalarından bir şeyler öğrenmeye yanaşmadıkları hâlde, nasıl olup da başkalarını onlardan bir şeyler öğrenmeye ve hatta emir almaya mecbur tuttuklarıdır. Onlar hiç kimsenin düşüncelerini önemsemeyecekler, ama biz onların söylediklerini önemseyeceğiz! Bana hayatta en komik gelen şeylerden birisi de budur!
Hayatın çeşitli renkleri, kişilikleri ve karakterleri içinde barındırdığının farkında olan birisiyim. Fakat başka insanların birikiminden yararlanmak yerine, kitapları veya başka bir takım şekillerde bilgilenmeyi reddedenlere birazcık kızgınlık besliyorum. Hele kendi düşüncelerini bizlere dayatmaya kalktıklarında artık kızgınlığımı saklamıyorum da!
Bir de “ilgisiz” kişiler vardır. Bu türden kişiler, kitap okumaya karşı değillerdir. Fakat konuya karşı ilgisizdirler. Fakat bana göre bir konuya karşı ilgisiz olmak da “taraf” olmaktır. Düşünsenize bir araba sürücüsü, trafik ışıklarına karşı ilgisiz davranıyor. Yani trafik ışıklarının kırmızı veya yeşil yanıyor olmalarıyla ilgilenmiyor. Sizce kırmızıda geçtiğinde sorumlu olmaz mı? “Ben, bu kentte trafik ışıkları olmasına karşı veya taraf değilim; sadece onlarla ilgilenmiyorum” gibi bir açıklama sizi tatmin eder miydi? Peki bunun kitaplarla ne ilgisi var? “Kitaplara ve onların toplam kalitesi üzerindeki etkisine karşı “ilgisiz” kalmak da büyük bir yanlıştır” diye düşünüyorum. Evet, kitaplara ilgisiz kalmak, kırmızı ışığa ilgisiz kalmak gibi, çabucak kötü sonuçlar doğuran bir tavır değil. Ama kitaplara ilgisiz kalmanın zamana yayılan, uzun vadeli sonuçları var ve bunları telafi etmek daha da zor oluyor.
Savaş Şenel
Okuduklarını gerçekten “bilgiç” bir tavırla başkalarını mağlup etmek veya küçük düşürmek için kullananlar hariç, ben aslında kitap okuyanları değil, kitap okumayanları “bilgiç” bulurum.
Kitap okuyamadığına üzülen veya kitaplardan uzak oluşlarını biraz mahcubiyetle ifade eden veya kitap okumaya nedense ihtiyaç duymadıklarını veya alışamadıklarını samimiyetle ifade eden kişiler vardır ve ben onlara saygı duyuyorum. Kitapla buluşmaları konusunda onlara yardımcı olmaktan keyif alıyorum ve en kısa zamanda kitaplarla buluşmalarını yürekten istiyorum. Bir yandan da kitap okumasalar da sesli dokumanlar, seminerler veya sohbetler dinleyerek kendilerini geliştiren kişiler vardır. Onları da takdir ediyorum. Evet, kitap okumuyorlar belki, ama yine de bir takım kaynakları kullanarak, başka kişilerin birikiminden yararlanıyorlar.
Fakat “tenis oynamıyorum”, “ketçap yemem” veya “Kurtlar Vadisini Seyretmem” der gibi, “kitap okumam”, “kitap okuyacak zamanım yok” veya “kitap okumuyorum” gibi ifadeler kullanan ve bu konuda en ufak bir üzüntü duymayan kişiler vardır. Bu türden kişilerin bir kısmı da işi biraz daha ileri götürüp, kitap okumanın genel anlamda çok da yararlı olmadığını söylemeye de cür’et ederler.
Bence “bilgiç” vasfını tam anlamıyla hak eden kişiler bunlardır. Başkalarının yazdıklarını okumayan bir insanın aslında ne kadar bilgiç olduğunu anlamak için, öncelikle kitap okumanın ne anlama geldiğine bakalım: Düşünün ki siz kitapçıdan bir kitap aldınız ve okumaya başladınız. Bu tavrınızı açarsak, içinde şu ayrıntıları barındırdığını görürüz: Bir başkasının yazdığı bir kitaba para ve daha önemlisi zaman ayırmanız, o kitaptan bir şeyler öğrenebileceğinize inandığınızı, bu konuda istekli olduğunuzu ve dahası sizin mutevazı bir kişi olduğunuzu gösterir. Çünkü başka birisinden bir şeyler öğrenebileceğinizi kabul etmek, alçakgönüllü bir tavırdır.
Şimdi bu tavrın tersini düşünelim: Bir kişi, hiçbir kitabı okumuyor veya hiçbir semineri dinlemiyor. Sizce o kişinin bu tavrıyla verdiği mesaj nedir? Bence şudur: “Ben bana yeterim, başkalarının bilgi ve birikimleri bana ne bir şey kazandırabilir ne de bir şey katabilir!”
Şimdi belirteceğim şu iki tavırdan hangisi “bilgiç” bir duruş içermektedir: Sözgelimi kendisi 50 yaşında olduğu hâlde 30 yaşındaki bir yazarın kitabını satın alıp-okumak için para ve zaman ayıran birisi mi, yoksa hayatında hiçbir kitaba yer vermeyen bir başkası mı? Bence ikinci kişi bilgiçdir! O kadar bilgiçdir ki, başka insanların birikimlerinden yararlanmayı reddediyor. Fakat gelin-görün ki, bu türden kişiler bir yandan da despotturlar. Kendi düşüncelerini çevrelerine dayatırlar. Benim anlamadığım şey de, kendileri başkalarından bir şeyler öğrenmeye yanaşmadıkları hâlde, nasıl olup da başkalarını onlardan bir şeyler öğrenmeye ve hatta emir almaya mecbur tuttuklarıdır. Onlar hiç kimsenin düşüncelerini önemsemeyecekler, ama biz onların söylediklerini önemseyeceğiz! Bana hayatta en komik gelen şeylerden birisi de budur!
Hayatın çeşitli renkleri, kişilikleri ve karakterleri içinde barındırdığının farkında olan birisiyim. Fakat başka insanların birikiminden yararlanmak yerine, kitapları veya başka bir takım şekillerde bilgilenmeyi reddedenlere birazcık kızgınlık besliyorum. Hele kendi düşüncelerini bizlere dayatmaya kalktıklarında artık kızgınlığımı saklamıyorum da!
Bir de “ilgisiz” kişiler vardır. Bu türden kişiler, kitap okumaya karşı değillerdir. Fakat konuya karşı ilgisizdirler. Fakat bana göre bir konuya karşı ilgisiz olmak da “taraf” olmaktır. Düşünsenize bir araba sürücüsü, trafik ışıklarına karşı ilgisiz davranıyor. Yani trafik ışıklarının kırmızı veya yeşil yanıyor olmalarıyla ilgilenmiyor. Sizce kırmızıda geçtiğinde sorumlu olmaz mı? “Ben, bu kentte trafik ışıkları olmasına karşı veya taraf değilim; sadece onlarla ilgilenmiyorum” gibi bir açıklama sizi tatmin eder miydi? Peki bunun kitaplarla ne ilgisi var? “Kitaplara ve onların toplam kalitesi üzerindeki etkisine karşı “ilgisiz” kalmak da büyük bir yanlıştır” diye düşünüyorum. Evet, kitaplara ilgisiz kalmak, kırmızı ışığa ilgisiz kalmak gibi, çabucak kötü sonuçlar doğuran bir tavır değil. Ama kitaplara ilgisiz kalmanın zamana yayılan, uzun vadeli sonuçları var ve bunları telafi etmek daha da zor oluyor.
Savaş Şenel