
Codex
Özgür Şahin
Site Kurucusu
İki kitap okudum; tesadüf, ikisinin yazarı da polis.
lk kitabın yazarı Şevki Dinçal yaşam öyküsünü, İçimizdeki Yarın adlı kitabında (Ankara: Yurt Kitap-Yayın, 2008; yurtkitap@yurtkitap.com ) toplamış.
İçimizdeki Yarın’ı okurken hem çok duygulandım hem de yaşamın birçok boyutu üzerinde düşündüm. En belirgin duygum, yaşamın inanılmaz acımasız olabildiği kadar her an umut ve olanakları sunabileceği oldu; bütün olumsuzlukların işbirliği yaparcasına küçücük bir çocuğun üzerine çullanması ve bu küçük oğlan çocuğunun umudunu kaybetmeden sabırla ve inatla “doğru yolda” yürümesi.
Süleyman Demirel benim için hep siyasi bir kişilik olmuştur; onun insan tarafıyla ilgili pek bilgim yoktu. Bu kitapta onun fakir, bakımsız, çaresiz bir köylü çocuğunu “görmesi,” “adam yerine koyması,” “konuşması,” “sorusunu anlayarak çözüm bulması” ve “takip etmesi” benim gönlümü fethetti. Kendisine saygı duyuyorum ve bir insan olarak bu zenginliğini görebildiğim için mutluyum.
Şevki Dinçal’ı yaşam öyküsünü okurken tanıdım; şu an kendisini benim ülkemin saygıdeğer bilge insanlarından biri olarak görüyorum. Mutlaka kendisinin elini sıkmak ve göz göze bakışarak saygımı sunmak istiyorum. Sadece bu ülkenin değil, onu evrensel bir değer olarak görüyorum ve bu ülkede yaşıyor olmasını değerlendirmemiz gerektiği kanısı içindeyim.
Kitap daha iyi tasarlanabilir ve hem yapısal bakımdan hem de görünüm bakımından daha albenili hale getirilebilirdi. Ama ben bu eksiklikleri hiç görmedim bile, çünkü içeriğe kendimi tam anlamıyla verdim.
Şevki Bey’in yazarken ne kadar dürüst olduğunu ve “gerçeğe saygı” değerinden hiç taviz vermediğini gördüm. Bu pencereden Türkiye’de yüzümüz karası olan insanları, gelenekleri, cahilliği, sevgisizliği ve bağnazlığı gördüm. Ama bu ülkenin gizli kahramanlarını, gönül zenginliğini ve “insan gibi insan”larını da keşfettim.
Şimdi şu anda benim ülkemde “iyi” ve “kötü,” “doğru” ve “yanlış” ölçütleri belirsiz; süregiden bir çatışma var bu ölçütleri belirlemek için. Bu kitapta bu savaşı açık seçik görebiliyorum. Bu savaşın en büyük zorluğu, kötünün karşımıza hep “iyi imiş gibi” çıkması. “İyi” ve “kötü”yü, “doğru” ve “yanlış”ı gerçekten ayırt edecek ölçütlerimiz belirgin değil.
İki yıl önce Kelkit Müftüsü değerli Kemal Topçu’nun davetlisi olarak Kelkit’te bir konuşma yapmıştım; konuşmamda yurt dışında öğretim üyeliği yaptığımı, uzun yıllar orada kaldığımdan söz etmiştim. Ortaokul öğrencisi olduğunu sandığım bir genç konuşmamdan sonra bana, “Amerikalılar camiye gidiyorlar mı, namaz kılıyorlar mı, oruç tutuyorlar mı?” diye sordu. Bunu, “Amerikalılar iyi insanlar mı, doğru şeyin ne olduğunu biliyorlar mı?” havasında sordu. Bu gencin kafasında “iyi” ve “kötü,” “doğru” ve “yanlış” ölçütlerin ne olduğuyla ilgili hiçbir şüphe yoktu.
Bu kitabı okurken kendime hep sordum: “Bir dede bir torunla ilişkisinde bu kadar “yanlış”ı bu kadar umursamazlık içinde nasıl yapabilir?” “Kendi öz kızına, kendi öz torununa, bu kadar “kötü”lüğü nasıl yapabilir?”
Bilimsel düşüncem bana Şevki Dinçal’ın kaybolmuş bir insan olacağını söyledi; ama şimdi o içten, derinlerden saygı duyduğum ender insanlardan biri olarak yaşıyor. Peki, gelişim psikolojisine önem veren bir olarak ben bunu nasıl açıklayacağım?
Bu kitabı okuyarak gerçekten zenginleştim; dürüstçe ve cesurca yazdığı için kendisine teşekkür ediyorum.
***
Okuduğum ikinci kitabı H. Hasan Yılmaz yazmış; kendisi polislik mesleği süresince suçlu çocuklarla temas içinde olmuş, bu çocukların durumu üzerinde düşünmüş, onlara yardım için programlar oluşturmuş, kısacası kendini vermiş biri. Suçlu Çocuk Yoktur ismini verdiği kitabında (İstanbul: Sistem Yayıncılık, 2008; sistem@sistem.com.tr ) anılarını, gözlemlerini, düşüncelerini ve nasihatlerini toplamış.
Kitap dört bölümden oluşmuş ve her bölüm kendi içinde alt bölümlere ayrılmış. Kitap Hasan Yılmaz’ın kendi yaşamıyla ilgili bilgiler veriyorsa da, kurgu esas olarak suçlu çocuklarla ilgili gözlemleri ve etkileşimlerini anlatıyor. Bu süreç içinde değişik kaynaklardan elde ettiği bilgi, öykü ve gözlemleri de okurla paylaşmaya özen gösteriyor.
Bu kitap çok zengin bir kaynak!
Kimler için zengin bir kaynak?
Türkiye’nin sosyal bünyesini tanımak isteyenler için.
Bunlar kim olabilir?
Sosyologlar, psikologlar, öğretmenler, yargıçlar, savcılar, üniversite öğretim üyeleri, üst düzey bürokratlar, belediye üst yönetim kadrosu, tüm politik kuruluşlar ve politikacılar, polisler ve Türkiye’nin geleceğini önemseyen her anne ve baba.
Hasan Yılmaz bir polis olmaktan çok bir sosyal değişim ve sevgi misyoneri gibi bakıyor ve konuşuyor. Kendini mesleğine, mesleğini de bu çocukların hizmetine adadığı belli oluyor.
Kitap öyküler ve gözlemler kadar değişik kaynaklardan yapılan alıntılar yönünden de çok zengin. Türkiye’de sosyal araştırma yapacaklar için iyi kaynak kitap olacağını düşünüyorum.
İki ufak eleştirim var: Bunlardan ilki yayıneviyle ilgili; kitabın daha iyi bir editörlüğe, yapılandırmaya ve biçimlendirilmeye ihtiyacı var. Nerede yazarın kendi anlattığı bitiyor ve nerede başka bir kaynaktan alıntı başlıyor, çoğu kere ben anlayamadım. Ayrıca kitabın ismi çok akademik; Hasan Yılmaz’ı tanımasam bu isimde bir kitabı ancak suçlu çocuklarla ilgili bir araştırma yapacaksam elime alırdım.
İkinci eleştirim yazara; kitabın içinde çok nasihat var. Anlatılan olaylar, gözlemler birazcık bu konulara duyarlı insanı yeteri kadar düşündürecek güçte. Ayrıca nasihat bana sevimsiz ve zorlayıcı geldi.
“ Hasan Yılmaz nasihat etmeyi neden bu kadar seviyor?” diye düşündüm. Polis olduğundan mı, yoksa baba olduğundan mı?
Belki her ikisinin de payı var, ama bence gerçek neden Hasan Yılmaz’ın çocukları çok sevmesi ve onları kötülüklerden korumak istemesi.
Her iki kitabı da okumanızı öneririm.

lk kitabın yazarı Şevki Dinçal yaşam öyküsünü, İçimizdeki Yarın adlı kitabında (Ankara: Yurt Kitap-Yayın, 2008; yurtkitap@yurtkitap.com ) toplamış.
İçimizdeki Yarın’ı okurken hem çok duygulandım hem de yaşamın birçok boyutu üzerinde düşündüm. En belirgin duygum, yaşamın inanılmaz acımasız olabildiği kadar her an umut ve olanakları sunabileceği oldu; bütün olumsuzlukların işbirliği yaparcasına küçücük bir çocuğun üzerine çullanması ve bu küçük oğlan çocuğunun umudunu kaybetmeden sabırla ve inatla “doğru yolda” yürümesi.
Süleyman Demirel benim için hep siyasi bir kişilik olmuştur; onun insan tarafıyla ilgili pek bilgim yoktu. Bu kitapta onun fakir, bakımsız, çaresiz bir köylü çocuğunu “görmesi,” “adam yerine koyması,” “konuşması,” “sorusunu anlayarak çözüm bulması” ve “takip etmesi” benim gönlümü fethetti. Kendisine saygı duyuyorum ve bir insan olarak bu zenginliğini görebildiğim için mutluyum.
Şevki Dinçal’ı yaşam öyküsünü okurken tanıdım; şu an kendisini benim ülkemin saygıdeğer bilge insanlarından biri olarak görüyorum. Mutlaka kendisinin elini sıkmak ve göz göze bakışarak saygımı sunmak istiyorum. Sadece bu ülkenin değil, onu evrensel bir değer olarak görüyorum ve bu ülkede yaşıyor olmasını değerlendirmemiz gerektiği kanısı içindeyim.
Kitap daha iyi tasarlanabilir ve hem yapısal bakımdan hem de görünüm bakımından daha albenili hale getirilebilirdi. Ama ben bu eksiklikleri hiç görmedim bile, çünkü içeriğe kendimi tam anlamıyla verdim.
Şevki Bey’in yazarken ne kadar dürüst olduğunu ve “gerçeğe saygı” değerinden hiç taviz vermediğini gördüm. Bu pencereden Türkiye’de yüzümüz karası olan insanları, gelenekleri, cahilliği, sevgisizliği ve bağnazlığı gördüm. Ama bu ülkenin gizli kahramanlarını, gönül zenginliğini ve “insan gibi insan”larını da keşfettim.
Şimdi şu anda benim ülkemde “iyi” ve “kötü,” “doğru” ve “yanlış” ölçütleri belirsiz; süregiden bir çatışma var bu ölçütleri belirlemek için. Bu kitapta bu savaşı açık seçik görebiliyorum. Bu savaşın en büyük zorluğu, kötünün karşımıza hep “iyi imiş gibi” çıkması. “İyi” ve “kötü”yü, “doğru” ve “yanlış”ı gerçekten ayırt edecek ölçütlerimiz belirgin değil.
İki yıl önce Kelkit Müftüsü değerli Kemal Topçu’nun davetlisi olarak Kelkit’te bir konuşma yapmıştım; konuşmamda yurt dışında öğretim üyeliği yaptığımı, uzun yıllar orada kaldığımdan söz etmiştim. Ortaokul öğrencisi olduğunu sandığım bir genç konuşmamdan sonra bana, “Amerikalılar camiye gidiyorlar mı, namaz kılıyorlar mı, oruç tutuyorlar mı?” diye sordu. Bunu, “Amerikalılar iyi insanlar mı, doğru şeyin ne olduğunu biliyorlar mı?” havasında sordu. Bu gencin kafasında “iyi” ve “kötü,” “doğru” ve “yanlış” ölçütlerin ne olduğuyla ilgili hiçbir şüphe yoktu.
Bu kitabı okurken kendime hep sordum: “Bir dede bir torunla ilişkisinde bu kadar “yanlış”ı bu kadar umursamazlık içinde nasıl yapabilir?” “Kendi öz kızına, kendi öz torununa, bu kadar “kötü”lüğü nasıl yapabilir?”
Bilimsel düşüncem bana Şevki Dinçal’ın kaybolmuş bir insan olacağını söyledi; ama şimdi o içten, derinlerden saygı duyduğum ender insanlardan biri olarak yaşıyor. Peki, gelişim psikolojisine önem veren bir olarak ben bunu nasıl açıklayacağım?
Bu kitabı okuyarak gerçekten zenginleştim; dürüstçe ve cesurca yazdığı için kendisine teşekkür ediyorum.
***
Okuduğum ikinci kitabı H. Hasan Yılmaz yazmış; kendisi polislik mesleği süresince suçlu çocuklarla temas içinde olmuş, bu çocukların durumu üzerinde düşünmüş, onlara yardım için programlar oluşturmuş, kısacası kendini vermiş biri. Suçlu Çocuk Yoktur ismini verdiği kitabında (İstanbul: Sistem Yayıncılık, 2008; sistem@sistem.com.tr ) anılarını, gözlemlerini, düşüncelerini ve nasihatlerini toplamış.
Kitap dört bölümden oluşmuş ve her bölüm kendi içinde alt bölümlere ayrılmış. Kitap Hasan Yılmaz’ın kendi yaşamıyla ilgili bilgiler veriyorsa da, kurgu esas olarak suçlu çocuklarla ilgili gözlemleri ve etkileşimlerini anlatıyor. Bu süreç içinde değişik kaynaklardan elde ettiği bilgi, öykü ve gözlemleri de okurla paylaşmaya özen gösteriyor.
Bu kitap çok zengin bir kaynak!
Kimler için zengin bir kaynak?
Türkiye’nin sosyal bünyesini tanımak isteyenler için.
Bunlar kim olabilir?
Sosyologlar, psikologlar, öğretmenler, yargıçlar, savcılar, üniversite öğretim üyeleri, üst düzey bürokratlar, belediye üst yönetim kadrosu, tüm politik kuruluşlar ve politikacılar, polisler ve Türkiye’nin geleceğini önemseyen her anne ve baba.
Hasan Yılmaz bir polis olmaktan çok bir sosyal değişim ve sevgi misyoneri gibi bakıyor ve konuşuyor. Kendini mesleğine, mesleğini de bu çocukların hizmetine adadığı belli oluyor.
Kitap öyküler ve gözlemler kadar değişik kaynaklardan yapılan alıntılar yönünden de çok zengin. Türkiye’de sosyal araştırma yapacaklar için iyi kaynak kitap olacağını düşünüyorum.
İki ufak eleştirim var: Bunlardan ilki yayıneviyle ilgili; kitabın daha iyi bir editörlüğe, yapılandırmaya ve biçimlendirilmeye ihtiyacı var. Nerede yazarın kendi anlattığı bitiyor ve nerede başka bir kaynaktan alıntı başlıyor, çoğu kere ben anlayamadım. Ayrıca kitabın ismi çok akademik; Hasan Yılmaz’ı tanımasam bu isimde bir kitabı ancak suçlu çocuklarla ilgili bir araştırma yapacaksam elime alırdım.
İkinci eleştirim yazara; kitabın içinde çok nasihat var. Anlatılan olaylar, gözlemler birazcık bu konulara duyarlı insanı yeteri kadar düşündürecek güçte. Ayrıca nasihat bana sevimsiz ve zorlayıcı geldi.
“ Hasan Yılmaz nasihat etmeyi neden bu kadar seviyor?” diye düşündüm. Polis olduğundan mı, yoksa baba olduğundan mı?
Belki her ikisinin de payı var, ama bence gerçek neden Hasan Yılmaz’ın çocukları çok sevmesi ve onları kötülüklerden korumak istemesi.
Her iki kitabı da okumanızı öneririm.