Hezarfen Ahmet Çelebi

  • Konbuyu başlatan hezarfendergi
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Garip Olaylar \/ İlginç Bilgiler kategorisinde hezarfendergi tarafından oluşturulan Hezarfen Ahmet Çelebi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 5,074 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Garip Olaylar \/ İlginç Bilgiler
Konu Başlığı Hezarfen Ahmet Çelebi
Konbuyu başlatan hezarfendergi
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan hezarfendergi
H

hezarfendergi

Kullanıcı
18 Mar 2012
En iyi cevaplar
0
0
kocaeli
Büyük ve bembeyaz kanatlarıyla insanı müthiş derecede etkileyen bir martı, güneşli bir bahar gününde boğazın esintine bırakmışken kendini, henüz üzerinden geçebileceği ‘’Boğaziçi Köprüsü’’ yoktu. Aslına bakarsanız, bugünkü İstanbul yerleşimindeki yapıların çoğu yoktu. Fakat o, bunlardan haberdar değildi ve zaten bunları düşünecek seviyede de değildi. Yapmak istediği, mavi ve başı sonu belirsiz engin mutfağına inip, biraz balık atıştırdıktan sonra kıyıda mola vermekti; öyle de yaptı. Kıyıya geldiğinde kendisinden yüzyıllar sonra gökdelenlerin ve milyonlarca binanın kuşatacağı bu şehirde, şimdilik işler sakindi ve kendine rahat bir ağaç dalı bulabilmişti.



  O gün, küçük Ahmet içinse oldukça sıkıcıydı. Ufacık yaşında kendi boyundan büyük hayalleri vardı ve o gün, ’’o şey’’ olmasaydı, oturduğu ağacın gölgeliğinde, boğazın eşsiz manzarasını saatlerce seyredebilecek düzeyde hissediyordu kendini. Boğaz harikaydı, onu izlemekten asla sıkılmazdı; o günü sıkıcı kılan tek şey, annesi onu öğle yemeğine çağırmadan önce arkadaşlarıyla yaşadığı tartışmaydı ki küçücük yaşta olurdu böyle şeyler. Ama o, yemekten sonra rahatlamak için bu güzel ağacın gölgeliğini seçmişti. Boğaz buradan tüm ihtişamıyla karşısındaydı ve küçük Ahmet olup bitenleri düşünürken ‘’o şey’’ oldu…



  Kafasında yapış yapış hissettiği şeyi, yukarıya bakıp daldaki martıyı görünce anladı. Bu durumdan hiç hoşlanmamıştı ama bu canlıyı bu kadar yakından görmek onu heyecanlandırmıştı. Hele martının aşağıya baktığı ve onunla göz göze geldiği anda dev kanatlarını açıp ‘ciyak-ciyak’ ötmesi, bu durumu unutturup yüzüne bir gülücük dahi kondurmuştu. Martının tüm hareketlerini süzüyordu; havaya kalkışını, kanat çırptıktan sonra kendisini rüzgarın esintisine bırakışını. Martı küçük Ahmet’i olabildiğince etkilemişti…                                           



  Aradan yıllar geçerken bu olay, Ahmet’in gökyüzüne bakışını değiştirmişti. O gizemli göklerde bir şeyler vardı. Özlem duyduğu ama adını bir türlü koyamadığı, ‘özgürlük’ misali şeyler… Adı her ne olursa olsun, bunun peşine düşmeye çoktan karar vermişti.

    Araştırmalarını yaparken, kendisinden yüzyıllar öncesinde İmam Cevheri ve Leonardo Da Vinci gibi bilginlerin de aynı tutkunun peşinden gitmesi kendisini daha bir heyecanlandırdı. Göklerde bir yerde, kendisini sürükleyen şeyin var olduğuna dair hiçbir kuşku kalmamıştı artık içinde. Adını koyamamış olması da buna engel değildi.

    Ulaşabildiği kadarınca, bu bilginlerin eserlerini okudu, üzerinde düşündü ve kendi gözlemlerini yaptı. Artık işi mekaniğe dökmenin zamanı çoktan gelmişti.

    Tasarladığı kanatların dayanıklılığını ölçmek için Okmeydanı’na çıkarken, çevresindeki meraklı bakışlara aldırış etmedi. ‘’Belki de haklıydılar meraklanmakta, belki de oturup onlara birkaç şey anlatmalıydım.’’ diye düşünürken, kendi meraklandığı şeyin farkına varıp adımlarını daha bir hızlı atar oldu.



  Meydana çıkıp deneylerini gerçekleştirirken, insanlığın gökyüzündeki maviliği bile aşacağı; bir gün, geceleri boğaz kenarındayken denizdeki yansımasına bakıp, dalgalanışına hayran kaldığı Ay’a dahi ayak basacağını hiç düşünmedi. Aklında sadece o maviliğe sarılmak ve doyasıya uçmak vardı. Ama o gün, gelecekten ışınlanan birisi yanına gelip de havacılık tarihindeki gelişmelerden bahsetseydi ve yaptığı çalışmalardan dolayı küçük bir teşekkürle elini sıksaydı, fiziksel olarak henüz gerçekleştiremediği ‘uçmayı’, mutluluktan gerçekleştirecekti mutlaka. Çünkü bu bütün bilim insanlarının ortak özelliğiydi. Önce meraklanmasına sebep olan, ardından onca çalışma ve gayretle belli bir seviyede ‘’keşfedilmiş’’ olan herhangi bir durumun, ileride tüm insanlığın yararına işlemesi bir bilim insanının gurur kaynağıydı.



    Tüm çalışmalar başarıyla sürerken, kulaktan kulağa yayılarak artık çoğu kişinin haberdar olduğu bu ‘uçma sevdalısı’nı, dönemin padişahı da(4. Murat) bilir olmuştu.Haftalar geçip uçuş günü geldiğinde, büyük hayallerin sahibi küçük Ahmet yıllar sonrasında hedefine çok yakındı. O, Galata Kulesi’nin merdivenlerini teker teker çıkarken, halk coşkuyla onun uçmasını bekliyor; padişah da Sarayburnu’ndaki köşkünden merak içinde bakınıyordu.

    Lodoslu bir gündü. Etrafa baktığında onca kişinin kendisinin ne yapacağını merakla beklediğini gördü. Açıkçası kendisi de merak ediyordu artık. Boğaz gözünde pek büyüdü, deniz daha bir hırçın geldi gözüne. Ama bunların hiçbirinin, yılların biriktirdiği arzusunu ve bıkmadan gerçekleştirdiği çalışmalarını bir anda bırakıverecek kadar gözünü korkutmadığını düşündü. Zamanı gelmişti, önce birkaç adım atacak, sonra ileriye doğru fırlayarak kollarını hızlıca hareket ettirecekti. Yapması gereken bu kadardı.

      Vee..



  Kendisini bir anda özlemini çektiği mavi gökyüzüne bıraktı. Özgürlüğün, iki kanadı arasında olduğunu düşündü. Bu mutluluğun yerini hiçbir şey alamazdı ve hiçbir şeyle değişemezdi böylesine mutluluğu. Köşke doğru baktığında, şu köşkten bakan padişah ‘Gel, sana makamımı vereyim.’ deseydi bile bu tadı veremez, diye geçti aklından. Rüzgarın kuvveti kanatlarına güç vermekle kalmayıp, ruhunu okşuyordu sanki.



  Boğaz üzerinde dakikalarca süzülme keyfini yaşadıktan sonra Üsküdar’a doğru inişini gerçekleştirdi.

  İnsanların sevinç çığlıkları arasında rüya olduğunu düşündüğü olayın ardından, hayallerini gerçekleştirmenin verdiği tarifsiz sevincin içinde hissetti kendini. Ve biran, kıyıdaki çığlık çığlığa öten martıyı gördü; gülümsedi…

  Bir çocuğu hayallerine ulaştıran güç, onun sınır tanımaz zihnidir. Bu zihnin sahibi Hezarfen Ahmet Çelebi ise, kendisinden yüzyıllar sonraki tüm havacılık gelişmelerinin, tabiri uygunsa, ucu uzayın derinliklerine ulaşan bir ağacın tohumudur. Dergimize de ismini veren Hezarfen’e tüm çalışmalarından dolayı minnettarız…

Kaynak: www.hezarfendergi.com  http://www.hezarfendergi.com/
 
Üst