hatırla ey peri

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan bengisu1
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

bengisu1

Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2008
Puanları
0
Ankara’da yeni bir heykel tartışması



Hatırla ey peri!



Bir heykel, 85 yıl varoluş mücadelesi verir mi?

Ankara’nın su perileri verdi. Ama sonunda kaybettiler.

Şimdi belediyenin deposunda müşambadan bir tesettür içinde yatıyorlar





“Bir kısa filmde Cumhuriyetin Batılılaşma serüvenini anlat” deseler Su Perileri’nin macerasını anlatırdım.

Onları hemen her Ankaralı tanır:

Bir zamanlar Tandoğan meydanına bronzdan dökülmüşlerdi.

Ellerinin üzerinde taşıdıkları fıskiyeden su fışkırırdı. Ayaklarının dibinde oynaşan Eros’lar havuzu dalgalandırırdı.

Bir İtalyan heykeltıraşın elinden çıktığı söylenen bu güzelim heykel, Ankaralıların yamacında serinlediği, nadide bir sanat eseriydi.

Cumhuriyet’le, Başkent’le yaşıttı neredeyse…

1924’te, Şehremini Asaf Bey onu Avrupa’dan getirtmiş ve Gazi görsün diye Çankaya yolu üzerindeki “Tosbağa yatağı”na yerleştirmişti. Yani bugünkü Kızılay’a…

Batılı gibi olmaya çabalayan bir toplumun, Batı’daki gibi büyük meydanları olan başkentinde, Batı’nın figürleriyle şekillendirilmiş bir çıplak güzellikti.

1920’li, 30’lu yıllarda Riyaset-i Cumhur Orkestrası’nın konserleri bu havuzun kenarında verilir, Gazi de dinlemeye gelirdi.

                       

İlk sürgün

1930’larda Güvenpark planlanıp da İtalyan güç gösterisinin birer simgesi olan koca pazılı heykeller alana yerleşince Periler Kızılay’dan kovuldu. Gençlik Parkı’nın önüne konuldu.

Ama orada da huzur bulamadılar.

1950’lerde Ulus çukurundan Hacettepe parkına taşındılar.

Şehrin yoğun göç almaya başladığı o yıllarda Ankara’nın yeni sakinlerine Batılı esintiler sundular.

Şehir, tepelere doğru büyüyordu. Hacettepe de o dönem doldu. Havuzun bulunduğu parka istimlak geldi. Havuzla birlikte Su Perileri de kaldırıldı yerinden…



60’larda döndüler

Adeta Batılı demokrasi kesintiye uğradıkça Periler de peri gibi kayboluyordu ortadan…

1960’ların sonlarında, eski bir gazeteci olan Halil Soyuer hatırladı onları…

Başkan Ekrem Barlas’a, “Su Perilerini bulun, uygun bir yere koyun” çağrısı yaptı.

Periler arandı; belediyenin depolarında bulundu. Tandoğan meydanına yaptırılan havuzun ortasına dikildi.

Eros’ların ayakları yeniden suya değdi.



Gitti Periler, geldi keçiler

Orada uzun süre kaldılarsa da çileleri bitmemişti.

1992’de Ankaray inşaatı sırasında mecburen kaldırıldılar yerlerinden… 3 parçaya bölünüp söküldüler ve yeniden depoya sürüldüler.

Meydanlara dönecekleri günü beklediler.

Aradan 15 yıl geçti. Tandoğan’a metro yerleşti. Belediye yönetimi değişti.

Heykel görünce tükürük bezleri şişen bir yönetim, Periler’in yerine Keçiler’i koydu meydana…

“Ankara’nın yeni simgeleri”, bronzdan tiftikler içinde, trafik ışıklarının yanında otlamaya koyuldular.

Bu arada metronun çıkışına Dubai’dekileri andıran bir çaydanlık ve fincan imitasyonu kondu, Kütahya Porselen seramiğinden…

Senfoni orkestralarının eşliğinde şakıyan Perilerden, sürahi kenarında otlayan keçilere gelinmişti. 



Muşambalı periler

Bütün bunlar olurken Periler’i arayıp soran çıkmadı.

Nihayet yıllar sonra yine bir gazeteci, Ateş Yalazan hatırladı onları…

14 Temmuz’da Hürriyet Ankara’da heykelin akıbetini sorup Ankaralılardan yardım istedi.

2 hafta sonra çıktı Periler ortaya…

Yine bizim Batılılaşma macerası gibi “kesintiye uğramış”tı hayatları…

Yine Belediye’nin açık hava deposunda  çürümeye terk edilmişlerdi.

Çıplaklıkları görünmesin diye de muşambayla örtünmüşlerdi.



Heykel mezarlığı Başkent

Aslında kentin kaderi üzerinde en büyük söz hakkına sahip olan Milli Komite, 2001’de “Su Perilerinin Belediye tarafından onarılarak Atatürk Kültür Merkezi alanının uygun bir yerinde değerlendirilmesine” karar vermişti, ama Belediye bu kararı umursamamıştı bile…

Gazete, muşambayla örtünmüş, depoda çürümüş perilerin fotoğrafını “Bak Bak Ağla” manşetiyle yayınladı geçen hafta…

Ankaralı sanatçılar, siyasetçiler Periler’in kaderine isyan ettiler.

Ruh ferahlatan bir ses veren Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “Su Perileri’nin Tandoğan’a sürahiden çok yakışacağını” söyledi. “Belediye heykeli bize versin, uygun bir yerde değerlendirelim” dedi.

Bakan’a bakılırsa elde heykel çok, ama bunların konulabileceği meydan ve bu işe gönüllü belediye yoktu.

Öyle olmasa belediye depoları, perilerin cirit attığı bir heykel mezarlığına döner miydi zaten?..



* * *



ŞEVKİ VANLI



Bir mimarın son sözleri



Çok değil 4 ay önce Devlet Konukevi’ndeki bir panelde birlikteydik Şevki Vanlı ile…

Ankara Magazine’in davetiyle Başkent’i tartışıyorduk.

15 yılımı geçirdiğim Or-An kentinin kurucusu, “Büyük Sinan Ödülü” sahibi, önemli bir mimardı.

Daha önemlisi, yaşadığı kentin halinden kaygılanan bir insandı.

Geçen hafta vefat haberini alınca, o günkü panelde söylediklerini anımsadım.

Konuşmasını dinlerken, insanlık tarihini, binalar üzerinden özetleyişine hayran kalmıştım.

Şöyle demişti:

“Ortaçağda şehrin en gözalıcı binaları ibadet merkezleriydi. Çünkü hayat, dine dayalıydı.

Aydınlanma döneminde bunların yerini sanat merkezleri aldı. (Biz o bölümü atladık/cd).

Bugün her yerde alışveriş merkezleri inşa ediliyor. (Çok şükür! Bunu yakalamış durumdayız/cd). Çünkü günümüzde hayatı, ticaret yönlendiriyor.”

Ama Vanlı alışveriş merkezlerinden şikayetçiydi:

“Kente şehir olma vasfını kazandıran yolları fakirleştiriyor, onları binaların içine çekiyor. Oysa şehir, yollar ve o yollarda buluşan insanlar demektir” diyordu.



“Affetmiyorum!”



1950’lerin başında Floransa’daki öğrenimini bitirdikten sonra Ankara’ya yerleşmeye karar verdiğini de anlatmıştı.

Bir başkentin doğum heyecanını yaşamak, geleceği bu yeni şehirde karşılamak istemişti.

“Çorbada tuzum olsun” demişti.

Aralarında 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de bulunduğu konuklara hitap ederken “Kendilerine bırakılan mimari mirastan memnun olmadığını” söylemişti.

Kimseyi suçlamıyordu.

Başkent’i kuranların elinin altında uzman yoktu.

Yardıma çağrılan Alman şehircilerde de iş yoktu. Şehrin muhtemel büyümesini öngörememişlerdi.

“19. yüzyılda sanayi devrimiyle kırsal alanı merkeze çeken Roma'dan Tokyo'ya, Londra'dan Paris'e bütün başkentler, bir asır içerisinde en az on defa büyümüşlerdi. Bunu Türkiye de yaşayacaktı. Ama plancılar Ankara’yı 300 bin nüfusta kalacak sandılar, yanıldılar” demişti Vanlı…

Plancıların hatalarına Atatürk Bulvarı örneğini vermişti.

Trafiği farklı yollara dağıtmak varken tek aksta toplamışlar, bugünkü sıkışıklığı yaratmışlardı.

Ayrıca şehir merkezini küçük parsellere bölüp yüksek memurlar için villalar yaptırmışlar, bunların kısa sürede yıkılıp yerlerine apartman dikilmesine zemin hazırlamışlardı.

“Hala bu durumun cezasını çekiyoruz. Doğru dürüst bir meydanımız bile yok. Affetmiyorum yöneticilerimizi, plancılarımızı” demişti o gün...

Hayatını mimarlığa adamış bir aydından bize kalan son sözler, bunlar oldu.



alıntıdır. :'(
 
Geri
Üst