K
ksklee
Kullanıcı
İnsan denen varlık öylesine mükemmel bir donanıma sahiptir ki tepkisiz kaldığımız hemen hemen hiçbir olay yoktur. Hiç tepki göstermemek bile tepkisizlik tepkisi değil midir?
İnsan tepkisini ortaya koyarken duygularını kullanır. O an hangi duygu yoğunluğunu yaşıyorsa olaylar karşısında gösterilen davranışlar da o yönde gelişir genellikle. Mesela herhangi bir nedenle psikolojik sıkıntı içerisinde olan insan çevresinde gülen yüzler görmeye tahammül edemez, ister ki herkes kendisi gibi sıkıntılı olsun, bu onu rahatlatacaktır. Hepimiz yaşamışızdır; derdini bizimle paylaşmaya gelen bir dostumuza, başkalarının da yaşadığı sorunlardan söz ettiğimizde bu dostumuzun biraz da olsa rahatlamış olarak yanımızdan ayrıldığına bizzat ben çok şahit olmuşumdur. Ya da bunun tam tersi de yaşanabilir. Keyfi ve neşesi üst düzeyde olan birisi etrafında karamsar, asık suratlı insanlar görmeye katlanamaz.
Görüyoruz ki bizim diğer insanlarla olan iletişimimizi sahip olduğumuz duygularımız yönlendiriyor ve şekillendiriyor. Öyleyse olumlu duygularımızı beslemeliyiz. Peki bu nasıl olacak? Tabiî ki olumlu düşünce geliştirerek. Her gördüğümüz olumsuzlukta yakalanacak pozitif bir nokta mutlaka vardır. Bu polyannacılık oynamak değil, hayatı anlamaktır. Bu gün kara dediğine bir saat sonra ak diyen çok insan görmüşüzdür. Bu eğer bir inatlaşma sonucu değilse düşünce gelişimidir. Düşüncesini geliştirebilenler etraflarında olup bitenin farkına varabilirler.
Duygularımızın hakimiyeti altında olduğumuz sürece hatalı davranışlardan kurtulmamız mümkün değil. Duygularımızı yönetebilirsek doğru davranışlar üretebiliriz. Her insan elbette özünde her duyguyu barındırır. Bu duyguları çıkarıp çöpe atmak imkansızdır. Yapılması gereken, duyguların güzel ve doğru olana kanalize edilebilmesidir.
Duyguların akıl süzgecinden geçmemiş hali bize sadece beyaz ve siyah alanları gösterir. Sadece beyaz ve siyah alanları sıradan düşünce geliştiren insanlar da görüyor zaten. Önemli olan gri noktaları yakalayabilmektir diye düşünüyorum. Gri noktalar ise duyguların akıl süzgecinden geçirilmesiyle yakalanabilir. Tarihin yazdığı insanlar bu noktaları da görebilen insanlardır.
Yaşananlar her zaman göründüğü gibi olmayabilir. Görünmeyen tarafa bakabilmek gerekir. Ufkunu dar tutanlar dar düşünce kalıplarından sıyrılamazlar. Duygularımızı yönetebilmek ufkumuzu genişletir. Geniş ufuklar bizlere yeni fırsatları görmemizi sağlar.
Rahmetli babam bir gün bana şöyle demişti: “Oğlum! Sinirlendiğinde kendine bir dakika ayır ve elini yüzünü yıka bu senin kızgınlıkla yanlış şeyler yapmanı engeller.” Bunu üniversite son sınıfta başarabildim. Artık duygularımın beni yönetmesine ve yanlış şeyler yaptırmasına izin vermemeye özen gösteriyorum. Bunu herkes yapabilir. Öfkeyle kalkan zararla oturur atasözünü haklı çıkarmak gibi bir görevimiz yok hayatta.
Sürekli yaptığımız şeyler alışkanlıklarımızı, alışkanlıklarımız karakterimizi, karakterimiz söz ve davranışlarımızı oluştururmuş. Eğer inat denen duygumuzu iyi yöne kanalize edersek bu inadımızı olumlu düşünme ve güzel işler yapma adına kullanabiliriz. Göreceksiniz ki güzel düşünmeyi alışkanlık haline getirdiğimizde söz ve davranışlarımız da güzelleşecektir.
Araştırmalar gösteriyor ki iş ve sosyal yaşamdaki başarıyı belirleyen, zeka puanının yüksek oluşu değil, duyguların iyi yönetilme becerisidir. Albert Einstein bir mucitti ama iyi bir yönetici değildi.
Duyguların yönetimi iki yönlüdür. Birincisi insanın kendi duygularını yönetebilmesi ikincisi ise kendi duygularını yönetebilmesi sayesinde etkileşimde bulunduğu diğer insanların duygularını anlayabilmesi ve yönetebilmesidir. Bu yazımda kendi duygularımızı yönetme üzerinde durdum. Gelecek yazımda başkalarının duygularını anlayabilme ve yönetebilme konusu üzerinde yazmaya çalışacağım.
Olumlu düşünceler dileklerimle…