G
GulsahToptas
Kullanıcı
İnsanın insanlaşma öyküsü, Humonoid dediğimiz insanımsı yaratıkların, bundan otuz milyon yıl kadar önce dik yürümeye başlamaları ve serbest kalan ellerinin ne işe yarayabileceğini düşünmeleri ile başlar. İşte bu düşünebilme ayrıcalığından dolayı, aynı gezegeni paylaştığı diğer canlılardan çok farklı bir evrim geçirmiştir insan. Bu evrimin ileri aşamalarında, düşüncenin kendisini incelemeye başlaması ile insan, evrendeki mevcudiyetinin anlamını ve nedenini fark edebilmiş ve bu yolda edindiği bilgiler ona, kendi kozmik geleceğini belirleyebilme hakkını ve imkanını tanımıştır. Bireysel düzeyde ise insan, kendi düşüncelerini objektif biçimde irdeleyip kontrol ederek, bir anlamda yönlendirerek kendi yaşam koşullarının ve geleceğinin belirlenmesinde daima birinci derecede etkili rol oynayabilmiştir.
İnsanın, çoğu zaman da yeterince önem vermeden, alışkanlık üzere yerine getirdiği bu önemli faaliyet, çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Günümüzde en çok kabul gören tarifi ile Düşünme, bir sonuca varmak amacıyla bilgileri, kavramları incelemek, karşılaştırmak ve aralarındaki ilgilerden yararlanarak başka düşünceler üretmek işlemidir. Bu işlem sonunda, tipik olmayan bir durumun hemen kavranmasına “Zekâ” diyoruz. Eğer zihin belli problemleri tasarlar, onları kavramlarla anlatır ve bunlar arasında ilişkiler kurarsa, düşünmenin bu şekli “Akıl” olarak tarif edilmekte. Herhangi bir mantıksal yöntem kullanılmadan ruhsal algılama yoluyla yapılan düşünmeye bir başka deyişle zekâ ve içgüdünün beraberce düşünme aracı olarak kullanımına “Sezgi” diyoruz. Eğer düşünme, hiçbir kayıt ve koşula bağlı kalmadan oluşursa ortada sadece bir “Hayâl” vardır. Bu işlemlerin neticesinde ortaya çıkan zihinsel ürüne de “Düşünce” diyoruz.
Günümüzde, yanlarına gelişen tıp teknolojisinin desteğini de alan Nöroloji uzmanları özellikle sar’a tedavisi konusunda incelemelerden elde edilen verilere dayanarak, düşüncenin yalnızca maddesel bir etkinlik olduğunu ve kaynağının da insan beyninde oluşan elektro-kimyasal faaliyetler olduğu şüphesine yer vermekteler. Bu görüşe göre, düşünce beynin maddesel bir ürünüdür. Eski materyalist iddialar bu kez teknolojik verileri de yanlarına alarak tekrar karşımıza çıkmakta sanki. Teknolojik verilerden yola çıkılarak böyle bir noktaya varılabilmiş olması ilk bakışta oldukça rahatsız edici. Ama yine aynı araştırmalar bize gösteriyor ki, aynı zamanda düşünce de, içinde oluştuğu maddeyi, yani beyni, büyük ölçüde etkilemektedir. Bir başka deyişle, beyin zihni oluştururken aynı anda zihinsel faaliyetler de interaktif bir biçimde beyne etki etmekte ve dolaylı olarak vücudu ve hatta devamında kişinin çevresel şartlarını da büyük ölçüde etkilemektedirler. Tam bir Yumurta/Tavuk ikilemi. Ve bizim, düşünce ve madde, zihin ve beyin, ruh ve beden gibi Dualist tanımlarla yola çıktığımız sürece, insan düşüncesini anlama yolunda çok da mesafe kat edemeyeceğimiz meydanda.
Düşüncenin düşünceyi nasıl etkilediğinin farkına varan insan için düşüncenin, hareketleri, karakteri, çevresel koşulları, vücut sağlığımızı, hayattaki amaç ve başarılarımızı, ve nihayette iç huzurumuzu ne denli etkileyebileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.
Bir insan gerçekte kendi kendisini düşündüğü gibidir, karakteri de düşüncelerinin toplamıdır. Düşüncelerinin hakimi olarak insan, karakterini şekillendirir, çevresel koşullarını oluşturur ve bir anlamda yazgısının yazar. Başarısızlıkları ile yüz yüze kaldığı anda ve en güçsüz göründüğü noktada dahi insan, gemisini karaya oturtan bilinçsiz bir kaptandan başka biri değildir. Gemisini tekrar yüzdürebilmesi, ilk önce düşünsel seviyede mümkündür. Önce düşüncelerindeki yanlışı bulur ve onları yaşam yasasına uygun hale getirirse gemisinin yani kendisinin sahip olduğu enerjiyi doğru yönde kullanarak saplandığı yerden kurtaran tecrübeli ve akıllı kaptan haline gelir.
Düşünce, insanın söylemek veya yapmak istediği şeylerin zihinsel bir provasıdır. Bu prova yapılırken var olan hürriyeti, kontrollü ve nihai amaca faydalı bir biçimde kullanan ve düşünce kontrolünü hiç elden bırakmayan insan, çevresel şartlarındaki ani değişikliğin derhal farkına varacaktır. Doğru düşüncelerin kötü ortamlar yarattığı hiç vaki değildir, ama insanlar genelde düşüncelerinden değil de ortamlarından şikayet ederler. Oysa şikayet ettikleri ortamı değiştirmek için yapmaları gerekli tek şey düşünüş tarzlarını değiştirmektir.
Bedensel sağlığımızla zihinsel dünyamız arasındaki doğru orantı ne kadar vurgulansa azdır. Hasta düşünceler sonunda hasta bedenler üretirler. Biliriz ki hastalık korkusu hastalığa en büyük davettir. Hastalıklar kendilerinden korkanlardan değil kendilerinden akılcı yöntemlerle korunanlara bulaşmaz. Buna mukabil kötü moral daima sonunda bedene yansır.
Kötü, zararlı duygu ve düşünceler çimlerin üzerine düşen ayrık otu gibidir. Ayrık otu ile savaşırken harcadığımız enerjinin çok küçük bir kısmını harcayarak, düşünce bahçemizi sağlıklı ve temiz tutabiliriz. Bu tür ayrık otlarının düşünce bahçemize düşmesine mani olmazsak veya düşse bile derhal yok edilmesi için çaba harcamazsak çok kısa bir zaman sonra düşünce bahçemiz kötü düşüncelerin istilasına uğrayacaktır. Biliyoruz ki ayrık otları çok uzun süre su görmeseler dahi ölmezler. Temiz ve bakımlı bir bahçede gezinmenin mutluğuna iç huzuru diyoruz. Ayağımıza dikenler batmadan, taşlara takılmadan zihin bahçemizde yapacağımız gezintinin sağlayacağı mutluluk, günlük yaşantımıza verimlilik ve çevreye faydalı olmak şeklinde derhal hareketlerimize yansıyacaktır
İnsanın, çoğu zaman da yeterince önem vermeden, alışkanlık üzere yerine getirdiği bu önemli faaliyet, çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Günümüzde en çok kabul gören tarifi ile Düşünme, bir sonuca varmak amacıyla bilgileri, kavramları incelemek, karşılaştırmak ve aralarındaki ilgilerden yararlanarak başka düşünceler üretmek işlemidir. Bu işlem sonunda, tipik olmayan bir durumun hemen kavranmasına “Zekâ” diyoruz. Eğer zihin belli problemleri tasarlar, onları kavramlarla anlatır ve bunlar arasında ilişkiler kurarsa, düşünmenin bu şekli “Akıl” olarak tarif edilmekte. Herhangi bir mantıksal yöntem kullanılmadan ruhsal algılama yoluyla yapılan düşünmeye bir başka deyişle zekâ ve içgüdünün beraberce düşünme aracı olarak kullanımına “Sezgi” diyoruz. Eğer düşünme, hiçbir kayıt ve koşula bağlı kalmadan oluşursa ortada sadece bir “Hayâl” vardır. Bu işlemlerin neticesinde ortaya çıkan zihinsel ürüne de “Düşünce” diyoruz.
Günümüzde, yanlarına gelişen tıp teknolojisinin desteğini de alan Nöroloji uzmanları özellikle sar’a tedavisi konusunda incelemelerden elde edilen verilere dayanarak, düşüncenin yalnızca maddesel bir etkinlik olduğunu ve kaynağının da insan beyninde oluşan elektro-kimyasal faaliyetler olduğu şüphesine yer vermekteler. Bu görüşe göre, düşünce beynin maddesel bir ürünüdür. Eski materyalist iddialar bu kez teknolojik verileri de yanlarına alarak tekrar karşımıza çıkmakta sanki. Teknolojik verilerden yola çıkılarak böyle bir noktaya varılabilmiş olması ilk bakışta oldukça rahatsız edici. Ama yine aynı araştırmalar bize gösteriyor ki, aynı zamanda düşünce de, içinde oluştuğu maddeyi, yani beyni, büyük ölçüde etkilemektedir. Bir başka deyişle, beyin zihni oluştururken aynı anda zihinsel faaliyetler de interaktif bir biçimde beyne etki etmekte ve dolaylı olarak vücudu ve hatta devamında kişinin çevresel şartlarını da büyük ölçüde etkilemektedirler. Tam bir Yumurta/Tavuk ikilemi. Ve bizim, düşünce ve madde, zihin ve beyin, ruh ve beden gibi Dualist tanımlarla yola çıktığımız sürece, insan düşüncesini anlama yolunda çok da mesafe kat edemeyeceğimiz meydanda.
Düşüncenin düşünceyi nasıl etkilediğinin farkına varan insan için düşüncenin, hareketleri, karakteri, çevresel koşulları, vücut sağlığımızı, hayattaki amaç ve başarılarımızı, ve nihayette iç huzurumuzu ne denli etkileyebileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.
Bir insan gerçekte kendi kendisini düşündüğü gibidir, karakteri de düşüncelerinin toplamıdır. Düşüncelerinin hakimi olarak insan, karakterini şekillendirir, çevresel koşullarını oluşturur ve bir anlamda yazgısının yazar. Başarısızlıkları ile yüz yüze kaldığı anda ve en güçsüz göründüğü noktada dahi insan, gemisini karaya oturtan bilinçsiz bir kaptandan başka biri değildir. Gemisini tekrar yüzdürebilmesi, ilk önce düşünsel seviyede mümkündür. Önce düşüncelerindeki yanlışı bulur ve onları yaşam yasasına uygun hale getirirse gemisinin yani kendisinin sahip olduğu enerjiyi doğru yönde kullanarak saplandığı yerden kurtaran tecrübeli ve akıllı kaptan haline gelir.
Düşünce, insanın söylemek veya yapmak istediği şeylerin zihinsel bir provasıdır. Bu prova yapılırken var olan hürriyeti, kontrollü ve nihai amaca faydalı bir biçimde kullanan ve düşünce kontrolünü hiç elden bırakmayan insan, çevresel şartlarındaki ani değişikliğin derhal farkına varacaktır. Doğru düşüncelerin kötü ortamlar yarattığı hiç vaki değildir, ama insanlar genelde düşüncelerinden değil de ortamlarından şikayet ederler. Oysa şikayet ettikleri ortamı değiştirmek için yapmaları gerekli tek şey düşünüş tarzlarını değiştirmektir.
Bedensel sağlığımızla zihinsel dünyamız arasındaki doğru orantı ne kadar vurgulansa azdır. Hasta düşünceler sonunda hasta bedenler üretirler. Biliriz ki hastalık korkusu hastalığa en büyük davettir. Hastalıklar kendilerinden korkanlardan değil kendilerinden akılcı yöntemlerle korunanlara bulaşmaz. Buna mukabil kötü moral daima sonunda bedene yansır.
Kötü, zararlı duygu ve düşünceler çimlerin üzerine düşen ayrık otu gibidir. Ayrık otu ile savaşırken harcadığımız enerjinin çok küçük bir kısmını harcayarak, düşünce bahçemizi sağlıklı ve temiz tutabiliriz. Bu tür ayrık otlarının düşünce bahçemize düşmesine mani olmazsak veya düşse bile derhal yok edilmesi için çaba harcamazsak çok kısa bir zaman sonra düşünce bahçemiz kötü düşüncelerin istilasına uğrayacaktır. Biliyoruz ki ayrık otları çok uzun süre su görmeseler dahi ölmezler. Temiz ve bakımlı bir bahçede gezinmenin mutluğuna iç huzuru diyoruz. Ayağımıza dikenler batmadan, taşlara takılmadan zihin bahçemizde yapacağımız gezintinin sağlayacağı mutluluk, günlük yaşantımıza verimlilik ve çevreye faydalı olmak şeklinde derhal hareketlerimize yansıyacaktır