S
senarist081
Çoğu defa hayatta kendimizi yalnız, yapayalnız hissederiz. Birçoğumuz, çok sıkıldığımız anlarda bile, bir dostumuza telefon açıp da "ocağa çayı koy, birazdan ailecek size geliyoruz" deme rahatlığına sahip değiliz. Veya arkadaşımıza "bu akşam yemeğe bize davetlisiniz" diyemeyiz. Hele hele "yarın akşam yemeğe size geliyoruz" demeği aklımızın ucundan bile geçirmeyiz. Hayatta karşılaştığımız ferdi, sosyal, mesleki hattâ ailevi problemlerimizi, canımızı sıkan bir yığın olayı, çok içten bir şekilde anlatacak ve bizi çok samimi bir şekilde dinleyecek, dertlerimizi paylaşacak dostlar arar durur da, fakat bir türlü bulamayız.
İnsani münasebetlerde, insanları birbirlerine yaklaştıran, onları çok samimi dost, vefakâr bir arkadaş, candan bir yoldaş hâline getiren birtakım altın kaideler vardır. İşte biz bu yazımızda bu kaideler üzerinde durmak istiyoruz.
Birinci Kural:
Arkadaşlarınızı, dostlarınızı, yakınlarınızı, hattâ hiç kimseyi tenkit etmeyiniz. Çünkü insan" münasebetlerde tenkit çok tehlikeli bir kıvılcımdır. İnsan" münasebetler, dost kazanma gibi konularda dünyaca ünlü Amerikalı uzman Dale Carnegie bu konuda şunları anlatır: "Çok gençtim. Yazarları konu alan bir yazı hazırlıyordum. Bazı yazarlara mektup yazıyor, onlardan cevap alıyordum. Bana gelen mektupların birinin sonunda şöyle bir not vardı: "Dikte edilmiş fakat okunmamıştır." Yani mektup birine cümle cümle yazdırılmış fakat yanlışlık, eksiklik var mı diye okunmamış. Bu mektubu gönderen yazara çok özendim. Kim bilir ne kadar meşguldü ve şüphesiz ne kadar önemli bir insandı. Bu nottan öyle etkilendim ki, bir zamanlar Amerikan edebiyatının ünlüleri arasına girmiş olan Richard Harding Davis'e yazdığım mektubun sonuna aynı notu ekledim: "Dikte edilmiş fakat okunmamıştır." Böylece ben de önemli ve çok meşgul birisi olduğumu anlatmış oluyordum. Davis'ten cevap olarak benim yazdığım mektup geldi. Davis küçük bir not ekleyerek mektubumu iade ediyordu ve bana "Terbiyesizlik yolunda kendinizi geçmişsiniz" diyordu. "Davis tamamen haklıydı. Belki az bile söylüyordu. Fakat neticede bana hakaret ediyordu ve ben bir insandım. Davis'in bu hareketini, haksız ve hatalı olan ben olduğum hâlde, hiçbir zaman affetmedim. Onun ölüm haberi duyulduğunda pek çok insan üzülürken, benim hissettiğim, itiraf ederim ki yalnızca yıllar önce işittiğim hakaretin acısıydı. "İşte siz de ölünceye kadar devam edecek bir kırgınlık meydana getirmek istiyorsanız, hemen haklı veya haksız acı bir tenkide girişiniz." İnsan kupkuru bir mantıktan ibaret değildir. İnsan daha çok hiss" bir yaratıktır. Gururu, nefsi istekleri, peşin hükümleri, doğruluğuna kesin olarak inandığı dogmaları vardır. İnsanlarla münasebetlerimizde asla unutmamamız gereken gerçek budur. Çok tehlikeli bir kıvılcımdır tenkit. Bir kıvılcım, bir barut fıçısından farksız olan insan gururunu anında infilâk ettirebilir. Ve böylece biz, en kıymetli dostlarımızı, arkadaşlarımızı, yakınlarımızı kaybedebiliriz. İnsan" münasebetlerde çok başarılı olan Benjamin Franklin'e başarısının sırrı sorulduğunda bunu şöyle cevaplandırmıştı: "Her değersiz adam, durmadan tenkit eder. Durmadan şikâyet eder. Durmadan suçlar. Ben hiç kimsenin kusurundan, kötülüğünden bahsetmedim. Herkesin iyi tarafları vardır. Ben hep o iyi tarafları anlattım. Benim başarımın en önemli sırrı budur." Netice olarak, başkalarını suçlamak, tenkit etmek yerine, onları anlamaya çalışmak, çok daha faydalıdır. İnsanların niçin, hangi sebeplerle, tenkidini düşündüğümüz şekilde davrandıklarını kavramaya çalışmalıyız. Bu yol, tenkitten çok daha tesirli ve yapıcıdır. İnsanlar arasında sarsılmaz bir sevgi, kardeşlik, dostluk, arkadaşlık, hoşgörü, nezaket ve zerâfet olması, insanların birbirini durmadan tenkit etmesiyle değil, anlamaya çalışmasıyla mümkündür.
İkinci Kural:
İnsanları takdir ediniz, onlara önemli bir kişi olduklarını hissettiriniz, onlara yalana kaçmadan iltifatta bulununuz.
Ünlü düşünür John Dewey, insanlardaki en önemli duygulardan birinin, önemli olma arzusu olduğunu söyler. Fakat ne yazık ki uyku ve gıda kadar ihtiyaç olan önemli olma arzusu, uyku ve gıda kadar kolay tatmin olmaz. Samimi bir takdiri, iltifatı hangimiz özlemeyiz? Hangimiz bulduğumuz zaman reddederiz.
Yıllar önce çok sevdiğim ticaret adamı bir ağabeyimiz bana, "hocam, arkadaşlar yanıma geliyorlar, 'ağabey sen şöylesin, sen böylesin' diye bir yığın takdir edici sözler söyleyip, çok tatlı iltifatlarda bulunuyorlar. Ben bu arkadaşların bana iltifat ederken saydıkları vasıfların, özelliklerin bende olmadığını adım gibi biliyorum fakat, yine de hoşuma gidiyor" dedi. Evet, yapmacık olmayan, samimi bir takdirden, bir iltifattan hoşlanmayacak kimse yoktur. Güzel sözler duyma, takdir edilme, önemli, değerli bir insan olma arzusu; insanın içini kemiren açlıkların, susuzlukların en şiddetlisidir. Bazı insanlar bu arzuya esir olmadan iradelerini kullanarak kendi yerlerini bilirler, fakat büyük çoğunlukla insanlar bu arzunun tuzağına düşüp kendilerine yapılan ve gerçek olmayan abartılmış iltifatlara mağlup olurlar. Dostlarımızı bu şekilde aldatmaya da hakkımız yoktur. Onları hakikaten kendilerinde olan güzellikleri için veya haklarında hüsn-ü zannımız olduğu takdirde, yerinde iltifatlarla meşru şekilde medh etmeliyiz. Aksi takdirde riya ve dalkavukluk gibi insana yakışmayan davranışlara girmemiz işten bile değildir. İyi insan olmak isteyen fakat bir türlü fırsatını ve ortamını bulamayan insanların, küçük de olsa iyi yönleri varsa, bu yönlerini kuvvetlendirmeleri için onların yüzüne karşı iltifat etmek daha faydalı olur. O kişinin takdir edilmesi kendine olan güveni artıracak "demek insanlar iyi yönlerimin de farkına varabiliyorlarmış" diyerek, daha iyi olmaya gayret edecektir. Bazı bilim adamlarına göre, yaşadığımız dünyada önemli olma fırsatı bulamayanlar, kendilerine ayrı bir dünya kuruyorlar ve o dünyada çok önemli birisi olarak yaşıyorlar. Dale Carnegie, sahasında otorite olan bir doktora soruyor: İnsanlar neden deliriyor? Doktor şöyle cevap veriyor: Hiç kimse bunu tam olarak bilemez, ancak, çoğunun gerçekler dünyasından kaçarak, önemli oldukları bir dünyaya göçtükleri muhakkak. ABD'de çelik üretimi konusunda ondan çok daha bilgili insanlar varken, niçin Schwap'a yılda bir milyon dolar maaş veriyorlardı. Çünkü Schwap, insan idare etme sanatının ustasıydı. Schwap diyor ki: Ben insanlara heyecan verebiliyorum. İnsanın yeteneklerini geliştirmesi ve kullanabilmesi, takdir ve teşvik edilmesine bağlıdır. Yöneticilerinin tenkitleri kadar, insanın çalışma ve başarma aşkını ve şevkini öldüren bir şey yoktur. Ben insanlara hız vermek için onları överim. İnsanlarda kusur bulmaktan nefret ederim. Beğendiğim bir şeyi takdir etmekte asla gecikmem. Bundan da büyük bir zevk alırım. Şimdiye kadar ünü, makamı ne olursa olsun tenkit yerine, iltifat duyup da daha çok gayrete gelmeyen hiç kimse tanımadım.
Üçüncü Kural:
İnsanlara karşı gülümseyiniz. Yüzünüzü ekşitmeyiniz.
Peygamber Efendimiz (sas)'in tavsiye ve davranışlarından bir çoğu dost kazanmanın pratik ölçülerini vermektedir. Daima mütebessim ve huzur veren bir çehre ile insanların arasında bulunan, üzüntülü olsa bile yüzünü ekşitmeyip ancak mahzun duran bir Nebi'nin ümmeti olan bizler, maalesef sokakta, okulda, otobüste hep suratımız asık ve her an patlayacakmış gibi geziyoruz.
Dördüncü Kural:
İnsanlara karşı cömert olunuz. Küçük menfaatlere tenezzül etmeyiniz.
Cömertlik ve eli açıklık en önemli vasıflarınızdan biri olsun. Bu sizi asla fakir yapmaz ve sizin iktisatlı yaşamanıza bir eksiklik getirmez. Bir çay içirmekle, bir yemek yedirmekle çok gönüller fethedebilirsiniz; bir çay içirmekten kaçarak, insanlar arasında pinti diye anılmakla da çok insanı kaçırabilirsiniz.
Beşinci Kural:
İnsanlardan selâmı esirgemeyiniz.
Selâmla girdiğiniz bir yerde ve bir toplulukta size karşı olan peşin hükümler ve kötü bakışlar birden değişecek ve ortalık yumuşayacaktır. İnsanların gerilimi ve atmosferin sıkıntısı rahatlamaya dönüşecektir. Kırıcı konuşma yapmaya hazırlananların süngüleri düşecektir.
Altıncı Kural:
İnsanlara karşı açık ve doğru sözlü olunuz, fakat bu sizin her doğruyu, hem de katı ve kırıcı bir üslûpla söylemenizi gerektirmez. İnsanlara karşı ikiyüzlü davranmayın, açık ve net olarak düşüncelerinizi yumuşak ve sakin, mümkünse mütebessim bir şekilde söyleyiniz. Söyleyecekleriniz arkadaşınızın küçük düşmesine sebep olacak bir davranışı ise ve onun pişmanlığını hissettiniz ise söylemeyin ve Allah (cc)'ın Settar ismine uygun davranın. Eğer bu kötü davranışını düzeltmesini istiyorsanız, kimsenin olmadığı bir yerde onu üzmemeye ve kırmamaya çalışarak, hattâ özür dileyerek ikaz etmeye bakın. Netice olarak arkadaşlarımızı, dostlarımızı, yakınlarımızı, hattâ hiç kimseyi tenkit etmeyelim. İnsanları daima takdir edelim, onlara önemli bir kişi olduklarını hissettirelim ve sevdiklerimize iltifatta bulunalım. Daima mütebessim ve güleryüzlü olalım, cömert davranalım, selâmı eksik etmeyelim. İşte o zaman çevremiz her şeyini bizimle paylaşmaktan mutluluk duyan dostlarımızla dolacak ve biz onların gönüllerinde daima seçkin bir yere sahip olacağız.
Yrd. Doç.Dr. Fatih Bayraktar
İnsani münasebetlerde, insanları birbirlerine yaklaştıran, onları çok samimi dost, vefakâr bir arkadaş, candan bir yoldaş hâline getiren birtakım altın kaideler vardır. İşte biz bu yazımızda bu kaideler üzerinde durmak istiyoruz.
Birinci Kural:
Arkadaşlarınızı, dostlarınızı, yakınlarınızı, hattâ hiç kimseyi tenkit etmeyiniz. Çünkü insan" münasebetlerde tenkit çok tehlikeli bir kıvılcımdır. İnsan" münasebetler, dost kazanma gibi konularda dünyaca ünlü Amerikalı uzman Dale Carnegie bu konuda şunları anlatır: "Çok gençtim. Yazarları konu alan bir yazı hazırlıyordum. Bazı yazarlara mektup yazıyor, onlardan cevap alıyordum. Bana gelen mektupların birinin sonunda şöyle bir not vardı: "Dikte edilmiş fakat okunmamıştır." Yani mektup birine cümle cümle yazdırılmış fakat yanlışlık, eksiklik var mı diye okunmamış. Bu mektubu gönderen yazara çok özendim. Kim bilir ne kadar meşguldü ve şüphesiz ne kadar önemli bir insandı. Bu nottan öyle etkilendim ki, bir zamanlar Amerikan edebiyatının ünlüleri arasına girmiş olan Richard Harding Davis'e yazdığım mektubun sonuna aynı notu ekledim: "Dikte edilmiş fakat okunmamıştır." Böylece ben de önemli ve çok meşgul birisi olduğumu anlatmış oluyordum. Davis'ten cevap olarak benim yazdığım mektup geldi. Davis küçük bir not ekleyerek mektubumu iade ediyordu ve bana "Terbiyesizlik yolunda kendinizi geçmişsiniz" diyordu. "Davis tamamen haklıydı. Belki az bile söylüyordu. Fakat neticede bana hakaret ediyordu ve ben bir insandım. Davis'in bu hareketini, haksız ve hatalı olan ben olduğum hâlde, hiçbir zaman affetmedim. Onun ölüm haberi duyulduğunda pek çok insan üzülürken, benim hissettiğim, itiraf ederim ki yalnızca yıllar önce işittiğim hakaretin acısıydı. "İşte siz de ölünceye kadar devam edecek bir kırgınlık meydana getirmek istiyorsanız, hemen haklı veya haksız acı bir tenkide girişiniz." İnsan kupkuru bir mantıktan ibaret değildir. İnsan daha çok hiss" bir yaratıktır. Gururu, nefsi istekleri, peşin hükümleri, doğruluğuna kesin olarak inandığı dogmaları vardır. İnsanlarla münasebetlerimizde asla unutmamamız gereken gerçek budur. Çok tehlikeli bir kıvılcımdır tenkit. Bir kıvılcım, bir barut fıçısından farksız olan insan gururunu anında infilâk ettirebilir. Ve böylece biz, en kıymetli dostlarımızı, arkadaşlarımızı, yakınlarımızı kaybedebiliriz. İnsan" münasebetlerde çok başarılı olan Benjamin Franklin'e başarısının sırrı sorulduğunda bunu şöyle cevaplandırmıştı: "Her değersiz adam, durmadan tenkit eder. Durmadan şikâyet eder. Durmadan suçlar. Ben hiç kimsenin kusurundan, kötülüğünden bahsetmedim. Herkesin iyi tarafları vardır. Ben hep o iyi tarafları anlattım. Benim başarımın en önemli sırrı budur." Netice olarak, başkalarını suçlamak, tenkit etmek yerine, onları anlamaya çalışmak, çok daha faydalıdır. İnsanların niçin, hangi sebeplerle, tenkidini düşündüğümüz şekilde davrandıklarını kavramaya çalışmalıyız. Bu yol, tenkitten çok daha tesirli ve yapıcıdır. İnsanlar arasında sarsılmaz bir sevgi, kardeşlik, dostluk, arkadaşlık, hoşgörü, nezaket ve zerâfet olması, insanların birbirini durmadan tenkit etmesiyle değil, anlamaya çalışmasıyla mümkündür.
İkinci Kural:
İnsanları takdir ediniz, onlara önemli bir kişi olduklarını hissettiriniz, onlara yalana kaçmadan iltifatta bulununuz.
Ünlü düşünür John Dewey, insanlardaki en önemli duygulardan birinin, önemli olma arzusu olduğunu söyler. Fakat ne yazık ki uyku ve gıda kadar ihtiyaç olan önemli olma arzusu, uyku ve gıda kadar kolay tatmin olmaz. Samimi bir takdiri, iltifatı hangimiz özlemeyiz? Hangimiz bulduğumuz zaman reddederiz.
Yıllar önce çok sevdiğim ticaret adamı bir ağabeyimiz bana, "hocam, arkadaşlar yanıma geliyorlar, 'ağabey sen şöylesin, sen böylesin' diye bir yığın takdir edici sözler söyleyip, çok tatlı iltifatlarda bulunuyorlar. Ben bu arkadaşların bana iltifat ederken saydıkları vasıfların, özelliklerin bende olmadığını adım gibi biliyorum fakat, yine de hoşuma gidiyor" dedi. Evet, yapmacık olmayan, samimi bir takdirden, bir iltifattan hoşlanmayacak kimse yoktur. Güzel sözler duyma, takdir edilme, önemli, değerli bir insan olma arzusu; insanın içini kemiren açlıkların, susuzlukların en şiddetlisidir. Bazı insanlar bu arzuya esir olmadan iradelerini kullanarak kendi yerlerini bilirler, fakat büyük çoğunlukla insanlar bu arzunun tuzağına düşüp kendilerine yapılan ve gerçek olmayan abartılmış iltifatlara mağlup olurlar. Dostlarımızı bu şekilde aldatmaya da hakkımız yoktur. Onları hakikaten kendilerinde olan güzellikleri için veya haklarında hüsn-ü zannımız olduğu takdirde, yerinde iltifatlarla meşru şekilde medh etmeliyiz. Aksi takdirde riya ve dalkavukluk gibi insana yakışmayan davranışlara girmemiz işten bile değildir. İyi insan olmak isteyen fakat bir türlü fırsatını ve ortamını bulamayan insanların, küçük de olsa iyi yönleri varsa, bu yönlerini kuvvetlendirmeleri için onların yüzüne karşı iltifat etmek daha faydalı olur. O kişinin takdir edilmesi kendine olan güveni artıracak "demek insanlar iyi yönlerimin de farkına varabiliyorlarmış" diyerek, daha iyi olmaya gayret edecektir. Bazı bilim adamlarına göre, yaşadığımız dünyada önemli olma fırsatı bulamayanlar, kendilerine ayrı bir dünya kuruyorlar ve o dünyada çok önemli birisi olarak yaşıyorlar. Dale Carnegie, sahasında otorite olan bir doktora soruyor: İnsanlar neden deliriyor? Doktor şöyle cevap veriyor: Hiç kimse bunu tam olarak bilemez, ancak, çoğunun gerçekler dünyasından kaçarak, önemli oldukları bir dünyaya göçtükleri muhakkak. ABD'de çelik üretimi konusunda ondan çok daha bilgili insanlar varken, niçin Schwap'a yılda bir milyon dolar maaş veriyorlardı. Çünkü Schwap, insan idare etme sanatının ustasıydı. Schwap diyor ki: Ben insanlara heyecan verebiliyorum. İnsanın yeteneklerini geliştirmesi ve kullanabilmesi, takdir ve teşvik edilmesine bağlıdır. Yöneticilerinin tenkitleri kadar, insanın çalışma ve başarma aşkını ve şevkini öldüren bir şey yoktur. Ben insanlara hız vermek için onları överim. İnsanlarda kusur bulmaktan nefret ederim. Beğendiğim bir şeyi takdir etmekte asla gecikmem. Bundan da büyük bir zevk alırım. Şimdiye kadar ünü, makamı ne olursa olsun tenkit yerine, iltifat duyup da daha çok gayrete gelmeyen hiç kimse tanımadım.
Üçüncü Kural:
İnsanlara karşı gülümseyiniz. Yüzünüzü ekşitmeyiniz.
Peygamber Efendimiz (sas)'in tavsiye ve davranışlarından bir çoğu dost kazanmanın pratik ölçülerini vermektedir. Daima mütebessim ve huzur veren bir çehre ile insanların arasında bulunan, üzüntülü olsa bile yüzünü ekşitmeyip ancak mahzun duran bir Nebi'nin ümmeti olan bizler, maalesef sokakta, okulda, otobüste hep suratımız asık ve her an patlayacakmış gibi geziyoruz.
Dördüncü Kural:
İnsanlara karşı cömert olunuz. Küçük menfaatlere tenezzül etmeyiniz.
Cömertlik ve eli açıklık en önemli vasıflarınızdan biri olsun. Bu sizi asla fakir yapmaz ve sizin iktisatlı yaşamanıza bir eksiklik getirmez. Bir çay içirmekle, bir yemek yedirmekle çok gönüller fethedebilirsiniz; bir çay içirmekten kaçarak, insanlar arasında pinti diye anılmakla da çok insanı kaçırabilirsiniz.
Beşinci Kural:
İnsanlardan selâmı esirgemeyiniz.
Selâmla girdiğiniz bir yerde ve bir toplulukta size karşı olan peşin hükümler ve kötü bakışlar birden değişecek ve ortalık yumuşayacaktır. İnsanların gerilimi ve atmosferin sıkıntısı rahatlamaya dönüşecektir. Kırıcı konuşma yapmaya hazırlananların süngüleri düşecektir.
Altıncı Kural:
İnsanlara karşı açık ve doğru sözlü olunuz, fakat bu sizin her doğruyu, hem de katı ve kırıcı bir üslûpla söylemenizi gerektirmez. İnsanlara karşı ikiyüzlü davranmayın, açık ve net olarak düşüncelerinizi yumuşak ve sakin, mümkünse mütebessim bir şekilde söyleyiniz. Söyleyecekleriniz arkadaşınızın küçük düşmesine sebep olacak bir davranışı ise ve onun pişmanlığını hissettiniz ise söylemeyin ve Allah (cc)'ın Settar ismine uygun davranın. Eğer bu kötü davranışını düzeltmesini istiyorsanız, kimsenin olmadığı bir yerde onu üzmemeye ve kırmamaya çalışarak, hattâ özür dileyerek ikaz etmeye bakın. Netice olarak arkadaşlarımızı, dostlarımızı, yakınlarımızı, hattâ hiç kimseyi tenkit etmeyelim. İnsanları daima takdir edelim, onlara önemli bir kişi olduklarını hissettirelim ve sevdiklerimize iltifatta bulunalım. Daima mütebessim ve güleryüzlü olalım, cömert davranalım, selâmı eksik etmeyelim. İşte o zaman çevremiz her şeyini bizimle paylaşmaktan mutluluk duyan dostlarımızla dolacak ve biz onların gönüllerinde daima seçkin bir yere sahip olacağız.
Yrd. Doç.Dr. Fatih Bayraktar