G
GulsahToptas
Kullanıcı
Doğru" ile "Doğru" Arasında Zor Seçim
--------------------------------------------------------------------------------
Değişim, yaşamın tüm alanlarını dönüştürürken en çok da değerlerimizi etkiliyor. O güne kadar yaptıklarımızda ısrar ederek, hayatımızı sürdüremeyeceğimizi farkediyoruz. Bazen değerlerimizi de bir daha gözden geçirmek zorunda kalıyoruz.
Aslında değişen ve geçerliliğini yitiren değerler değil, farklı durumlarda onlara yüklenen anlamlar ve önem. Evrensel değerler hep vardı, hep olacak. Bizi zorlayan, değerlerimizi değişen koşullarda yeni durumlara nasıl uyarlayacağımızı bilememek, bazen de yanılgıya kapılıp koşullar değişti diye değerlerimizden vazgeçmek, yenilerinin peşine düşmek. Tezat gibi gelebilir, ancak değerlerini güncelleştirebilen ve özünü feda etmeden yeni durumlara uygulayabilen kişiler, o değerlere gerçekten inanan, sahip çıkan namus ve vicdan ahlakına varmış kişilerdir. Böyle kişileri genellikle “olgun ve tutarlı” olarak niteleriz.
Değerlerin ardında bir tehlike vardır: Herkes kendi “doğru bildiğini yapma”ya, “sadece Allah’a karşı hesap verdiğini”, “vicdanının rahat” olduğunu söylemeye başlarsa, bir değerler kargaşasıyla karşı karşıya kalırız. Etik, bireysel yargılara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. İşte o zaman herkesi kendi vicdanının yanı sıra, topluma ve üst değerlere karşı da sorumlu tutacak düzenlemeler gerekir.
Etik, “iyi” ve “doğru” davranışlar için normlar koyar, standartlar belirler, uygun davranışları gösterir, ikilemler karşısında ahlaki kararlar verilmesine yardımcı olur. Ahlak ve etik kimi zaman eşanlamlı kullanılsa da aslında ahlak, davranışları “doğru-yanlış”, “iyi-kötü” diye yargılarken başvurduğumuz, zihnimize kazınmış kültürel değer ve ilkelerdir. Etik ise, ilkelerin kararlara uygulanması, davranışlara dönüşmesidir. Etik kodlar bize hangi durumda hangi değerlere öncelik vermemiz gerektiğini ve hangi davranışı seçmemizin uygun olduğunu söyleyen kurumsallaşmış rehberlerdir.
Ancak hayat her zaman karşımıza yalın durumlar çıkarmaz. Çoğu zaman iyi ile kötü arasında değil, farklı anlamları, farklı çekicilikleri olan “doğrularla doğrular” arasında seçim yapmak zorunda kalırız. İş hayatında etik çalışmalarıyla tanınan Harvard Üniversitesinin hocalarından J. Badaracco’nun verdiği bir örneği düşünelim: Bir akşam kapınız çalınıyor, bir iş arkadaşınız size bir şey danışmak istediğini söylüyor. Eşiyle yıllardır hayalini kurdukları evi bulduklarını, epeyce borç altına gireceklerini anlatıp fikrinizi soruyor. Üç ay içinde arkadaşınızın başında olduğu bölümün feshedileceğini, kendisinin de işten çıkarılacaklar listesinde olduğunu biliyorsunuz. Ancak bu bilgi gizli. Arkadaşınıza ne dersiniz? Evrensel değer, doğruyu söylemenizi emrediyor. Kültürel değer, size güvenen bir arkadaşınızı, kendisini bekleyen tehlikeye karşı uyarmayı vurguluyor. Kurumsal etik, bilgiyi gizli tutmanız gerektiğini söylüyor. Seçeneklerin hepsi meşru ve doğru. Bu doğrular labirentinden nasıl çıkmalı?
Böyle durumlarda insanın zekası, analitik düşünme yeteneği, yaratıcılığı ve tabii ki sağlam değerleri özgün çözümler üretir. Arkadaşınıza ne acımasız gerçeği söylemek, ne kurumsal bir bilgiyi açıklamak, ne de onu ortada bırakmak zorunda değilsiniz: “Sizin için çok sevindim. Ben kendi adıma, başka bir güvencem yoksa, böyle bir şeye cesaret edemezdim. İş ortamı malum. Hiç birimiz yarın işimizin ne olacağını bilemiyoruz.”
Alıntı
--------------------------------------------------------------------------------
Değişim, yaşamın tüm alanlarını dönüştürürken en çok da değerlerimizi etkiliyor. O güne kadar yaptıklarımızda ısrar ederek, hayatımızı sürdüremeyeceğimizi farkediyoruz. Bazen değerlerimizi de bir daha gözden geçirmek zorunda kalıyoruz.
Aslında değişen ve geçerliliğini yitiren değerler değil, farklı durumlarda onlara yüklenen anlamlar ve önem. Evrensel değerler hep vardı, hep olacak. Bizi zorlayan, değerlerimizi değişen koşullarda yeni durumlara nasıl uyarlayacağımızı bilememek, bazen de yanılgıya kapılıp koşullar değişti diye değerlerimizden vazgeçmek, yenilerinin peşine düşmek. Tezat gibi gelebilir, ancak değerlerini güncelleştirebilen ve özünü feda etmeden yeni durumlara uygulayabilen kişiler, o değerlere gerçekten inanan, sahip çıkan namus ve vicdan ahlakına varmış kişilerdir. Böyle kişileri genellikle “olgun ve tutarlı” olarak niteleriz.
Değerlerin ardında bir tehlike vardır: Herkes kendi “doğru bildiğini yapma”ya, “sadece Allah’a karşı hesap verdiğini”, “vicdanının rahat” olduğunu söylemeye başlarsa, bir değerler kargaşasıyla karşı karşıya kalırız. Etik, bireysel yargılara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. İşte o zaman herkesi kendi vicdanının yanı sıra, topluma ve üst değerlere karşı da sorumlu tutacak düzenlemeler gerekir.
Etik, “iyi” ve “doğru” davranışlar için normlar koyar, standartlar belirler, uygun davranışları gösterir, ikilemler karşısında ahlaki kararlar verilmesine yardımcı olur. Ahlak ve etik kimi zaman eşanlamlı kullanılsa da aslında ahlak, davranışları “doğru-yanlış”, “iyi-kötü” diye yargılarken başvurduğumuz, zihnimize kazınmış kültürel değer ve ilkelerdir. Etik ise, ilkelerin kararlara uygulanması, davranışlara dönüşmesidir. Etik kodlar bize hangi durumda hangi değerlere öncelik vermemiz gerektiğini ve hangi davranışı seçmemizin uygun olduğunu söyleyen kurumsallaşmış rehberlerdir.
Ancak hayat her zaman karşımıza yalın durumlar çıkarmaz. Çoğu zaman iyi ile kötü arasında değil, farklı anlamları, farklı çekicilikleri olan “doğrularla doğrular” arasında seçim yapmak zorunda kalırız. İş hayatında etik çalışmalarıyla tanınan Harvard Üniversitesinin hocalarından J. Badaracco’nun verdiği bir örneği düşünelim: Bir akşam kapınız çalınıyor, bir iş arkadaşınız size bir şey danışmak istediğini söylüyor. Eşiyle yıllardır hayalini kurdukları evi bulduklarını, epeyce borç altına gireceklerini anlatıp fikrinizi soruyor. Üç ay içinde arkadaşınızın başında olduğu bölümün feshedileceğini, kendisinin de işten çıkarılacaklar listesinde olduğunu biliyorsunuz. Ancak bu bilgi gizli. Arkadaşınıza ne dersiniz? Evrensel değer, doğruyu söylemenizi emrediyor. Kültürel değer, size güvenen bir arkadaşınızı, kendisini bekleyen tehlikeye karşı uyarmayı vurguluyor. Kurumsal etik, bilgiyi gizli tutmanız gerektiğini söylüyor. Seçeneklerin hepsi meşru ve doğru. Bu doğrular labirentinden nasıl çıkmalı?
Böyle durumlarda insanın zekası, analitik düşünme yeteneği, yaratıcılığı ve tabii ki sağlam değerleri özgün çözümler üretir. Arkadaşınıza ne acımasız gerçeği söylemek, ne kurumsal bir bilgiyi açıklamak, ne de onu ortada bırakmak zorunda değilsiniz: “Sizin için çok sevindim. Ben kendi adıma, başka bir güvencem yoksa, böyle bir şeye cesaret edemezdim. İş ortamı malum. Hiç birimiz yarın işimizin ne olacağını bilemiyoruz.”
Alıntı