Çocuk ve Allah" 70 yaşında..
Türk şiirinin en özgün, dil ve yapı bütünlüğü bakımından en sağlam yapıtlarından biri… Şiirimizin ustalarından, iki yıl önce yitirdiğimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın unutulmaz kitabı… “Çocuk ve Allah” yayımlanışının 70. yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından özel bir baskıyla yayımlandı. “Çocuk ve Allah”, hem Dağlarca’nın hem de Türk şiirinin en bilinen, önemsenen yapıtlarından biri oldu. Tekrar baskılarının yapıl(a)madığı yıllarda bile, sahaflarda en çok aranan ve bulunamayan kitaplardan biriydi.
Peki, “Çocuk ve Allah” neden yetmiş yıldır hâlâ gündemde? Neden hep aranıyor, soruluyor, tartışılıyor ve Türk edebiyatında kült bir yapıt olarak önümüzde duruyor?
Yoğun şiir gelişimi
Türk şiirinin önemli adlarından Gülten Akın, Dağlarca’nın bu şiirleri yazmasında, çocukluğunun yatılı okulda geçmesinin, aileden uzak pek çok duyguyu yalnız, kendi içinde yaşamasının payı olduğunu düşünüyor: “Dağlarca çocukluğunun ikinci çağını yatılı okulda geçirmiş. Evinden, sevdiklerinden ayrı. Bu onda acılar, özlemler, tedirginlikler geliştirmiş, ama sağlamlaştırmış, genişletmiş de onu.”
Gülten Akın, Dağlarca’nın şiir gelişimindeki pek çok önemli olgunun da yine o yıllarda aranması gerektiğini vurguluyor: “Dünyası tekdüzelikten kurtulmuş. Geçmiş, gelecek zaman, içinde bulunulan zaman aynı yoğunlukta yaşanmış. ‘Çocuk ve Allah’ ile başlayan yoğun şiir gelişimi kendi kendine yeterlik, kendi kendini bütünleme, sanatıyla bütünleşmenin kökenlerini o yıllarda aramalı.”
Akın konu hakkında Dağlarca’dan şu nefis dizeleri örnek gösteriyor bize: “Bu eller miydi masallar arasından / Rüyalara uzattığım bu eller miydi? / Arzu dolu, yaşamak dolu / Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan?”
Türk şiirinin önde gelen adlarından Ülkü Tamer, Dağlarca’nın bu ölümsüz yapıtının hâlâ diriliğini koruduğunu, bunun da ötesinde, günümüz şiirine yeni açılımlar yaptığından söz ediyor: “Çocuk ve Allah, yazıldığı dönemin şiirine göre çok değişik, çok çarpıcı, sınırları çok geniş olan bir yapıt. Eskimeyen, günümüz şiirine bile yeni kaynaklar sunan bir kitap. Sapasağlam belirmiş bir kişiliğin ürünü. Hep yeni kalacağını sanıyorum.”
Şiirin kutsal kitabı
Türk şiirinin daha yeni kuşağından Haydar Ergülen de, Dağlarca’nın yapıtının, Türk şiirine inen bir “vahiy”, “şiirin kutsal kitabı” gibi algılandığından söz ederek ilginç bir tanımlama getiriyor bu sözlerine: “Ama Tanrı katından peygamberlere gönderilen bir kitap gibi değil, bir ‘çocuk yalvaç’ın kendi saflığından, arzularından kendi avuçlarına süzülen nasibi gibi. O yüzden de bu kitabın büyüklüğüne, yüceliğine ve erişilemezliğine sadece şairler değil, diğer insanlar, hayvanlar, bitkiler ve kainat da tanıklık etmiştir. İnsan bu kitapla şiire iman edebilir.”
Türk romanına olduğu kadar Türk şiirine de önemli katkıları olan eleştirmen Adnan Binyazar ise, Allah ve çocuk kavramları üzerinden Dağlarca’nın yapıtının Türk edebiyatındaki etkisini irdeliyor: “Allah, soyutun sonsuzluğu; çocuk, sonsuzluğun somutu (ya da öyle algılanıyor)... Var oluş yok oluş, yok oluş var oluştur. İnsan, ne, oluşunun başlangıcını biliyor, ne yok oluşun sonunu. Tutunduğu tek gerçek ‘hayat’tır. Şiir, duyumsamaları dille biçimleyerek yokluğun varlığını arar. Dağlarca, ‘Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum’ diyor. Bu dizede ‘göz’ varlıktır; görmek için var olmuştur. ‘Yüz’ yokluktur; görmek için var olmamıştır. Şairde tapınç (kült) duygusu, varlıkla yokluk arasında bir sarkaçtır. Dağlarca, ‘Çocuk ve Allah’ta şiir atını bu görünmez sarkacın ardından koşturmuştur.”
Dağlarca’nın bu ölümsüz yapıtı, bence de, bir çocuksal algılayışla, hatta onun gözünden, onun düşgücüyle, duyarlılığıyla dünyayı anlamaya her daim çabaladığından ötürü bugün elden ele dolaşıyor, şiirsever her insanın kütüphanesinde sayfaları aşınmış olarak duruyor..