H
Harun
Kullanıcı
Kanser hastalarının umudu "Kansere Gülümsemek" kitabının yazarı gazeteci Sibel Kalaycı, Kartal'daki evinde, dün 22:00 sıralarında, kardeşi Dr. Serap Kalaycı'nın kolları arasında hayata gözlerini yumdu. 34 yaşında hayata veda eden Kalaycı'nın cenazesi, arkadaşlarının gözyaşları arasında memleketi Trabzon'a uğurlandı. Kalaycı, Pazartesi günü öğlen namazının ardından merkeze bağlı İncesu köyünde (Maçka yolu üzerinde) toprağa verilecek.
Kemoterapi alırken peynirli pizza yemeyi sürdüren, ağzından kan gelirken bile hayata gülümsemekten vazgeçmeyen Kalaycı'nın ölümü, ona bakarak hayata tutunan kanser hastalarını yasa boğdu. Kanser olduğunu öğrendikten sonra "Allahım sana şükürler olsun, iyiki kanser olmuşum!" diyerek dört kitap yazan Kalaycı, kansere inat hayatı doya doya yaşıyordu. Kemoterapi için bekleyen hastaların okuması için bagışladığı kitaplarıyla Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne kitaplık kurmuştu.
-------------------
Hani deseler seni en iyi anlatan özlü sözü bul, ne gerek var ki derim, zaten öyle bir söz var: “Kelin keli yetmezmiş gibi bir de üstüne çıban çıkarmış.”
Nasıl ama?
Zaten çoğu ayrıntılarını bildiğiniz durumumun son dönemini şöyle bir özet geçeyim(önce kelin keli yetmezmiş durumu):
Hani, tümölerim sanki Everest Tepesi ile yarışa girişmişler gibi, büyümüşlerde büyümüşler, büyümüşlerde büyümüşlerdi ya. (Gerçi büyümelerine lafım yok ama hiç olmazsa çevre organlara zarar vermesinler değil mi? Ya da madem zarar veriyorlar, bir tabela assınlar:
“İç organlara verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dileriz.”
Yok ama illa kabalık yapacak edepsiz tümörlerim.
Neyse, bir önceki yazımda karaciğer yetmezliği, böbrek yetmezliği, karında asit birikimi, ağrıların dayanma sınırını aşması ve normal ağrı kesicilerin yetersiz kalması üzerine opioid türevi ağrı kesicilere başlangıç, vb. sorunları biliyorsunuz…
ŞİMDİ SIRA ÇIBAN BÖLÜMÜNDE
Sağ ayağımdaki düşük ayak tuzak nöropatisiyla yaşamaya tam alışmışken bir gece aniden sol bacağım ve ayağımda sanırım infeksiyona bağlı ödem gelişmeye başladı. Bir ara o kadar şiştiler ki kendi çoraplarımı giyemez duruma geldim. Her tarafım löpür löpür selüleit… Iyyk, ne iğrenç görünüm durumları yani.
Anam haliyle bir ikilemde kaldı. Ya bu soğuklarda çıplak ayak kalarak üşüteceğim ya da babamın çoraplarına el koyacağım. Tabi ki fedakar anam(!) bana öncelik tanıdı, sevgili kızı için kocasını feda etti(!)
Bir de bunun bangır bangır bağırtarak inleten ağrı kısmı var ki (Opioidlerin bile işe yaramadığı) o da ayrı bir iğrençlik tabi…
YASAKLANAN SÖZCÜK
Ve bugün hastanedeydim. Sağ olsun ziyaretime gelen tüm dostlar “ooo, Sibel, hasta numarası yapma bize, gayet iyi görünüyorsun” sözleri ile fena gaza gelmiş olmalıyım. Kısa bir süre öncesine kadar,
“ambulans gelmeden sedyeyle beni taşımadan bu evden adım atatam, merdivenlerden inemem” derken bugün, “sorum değil ineriz yaaa” havalarına girdim.
Ama gelin görün ki, hastaneye gitmek için 1. kattaki evimin merdivenlerinden aşağıya bir kolum anamda bir kolum babamda güçlükle başarınca,
“hııımm” dedim, bu işte bir terslik var.
Hastaneye ulaştığımda, daha önceki günlerde asansöre binebilmek için neredeyse birbirini çiğneyecek durumda itiş kakış yaşayan hasta ve yakınları, bu kez beni görünce
“çekilin kenara, hasta için açın asansörün önünü” sözleri
“hııııımmm, evet kesin bir terslik var” düşüncemi pekiştirdi.
Ve bundan böyle, bana, benim dışımda
“Sibel çok iyi görünüyorsun” sözlerini yasakladım…
Bu sözcükleri sadece kendim kullanabilirim. Kullanıyorum da:
Tamam son dönemde iyi görünmüyor olabilirim, nolcak yani? Bu benim halen mükemmel ötesi, harikulade üstün biri olmadığı göstermez. Yaşasın ben; zira Nazım Hikmet’in şiiri bundan sonra bana yol gösterecek:
(1)
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
(2)
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
Kemoterapi alırken peynirli pizza yemeyi sürdüren, ağzından kan gelirken bile hayata gülümsemekten vazgeçmeyen Kalaycı'nın ölümü, ona bakarak hayata tutunan kanser hastalarını yasa boğdu. Kanser olduğunu öğrendikten sonra "Allahım sana şükürler olsun, iyiki kanser olmuşum!" diyerek dört kitap yazan Kalaycı, kansere inat hayatı doya doya yaşıyordu. Kemoterapi için bekleyen hastaların okuması için bagışladığı kitaplarıyla Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne kitaplık kurmuştu.
-------------------
Hani deseler seni en iyi anlatan özlü sözü bul, ne gerek var ki derim, zaten öyle bir söz var: “Kelin keli yetmezmiş gibi bir de üstüne çıban çıkarmış.”
Nasıl ama?
Zaten çoğu ayrıntılarını bildiğiniz durumumun son dönemini şöyle bir özet geçeyim(önce kelin keli yetmezmiş durumu):
Hani, tümölerim sanki Everest Tepesi ile yarışa girişmişler gibi, büyümüşlerde büyümüşler, büyümüşlerde büyümüşlerdi ya. (Gerçi büyümelerine lafım yok ama hiç olmazsa çevre organlara zarar vermesinler değil mi? Ya da madem zarar veriyorlar, bir tabela assınlar:
“İç organlara verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dileriz.”
Yok ama illa kabalık yapacak edepsiz tümörlerim.
Neyse, bir önceki yazımda karaciğer yetmezliği, böbrek yetmezliği, karında asit birikimi, ağrıların dayanma sınırını aşması ve normal ağrı kesicilerin yetersiz kalması üzerine opioid türevi ağrı kesicilere başlangıç, vb. sorunları biliyorsunuz…
ŞİMDİ SIRA ÇIBAN BÖLÜMÜNDE
Sağ ayağımdaki düşük ayak tuzak nöropatisiyla yaşamaya tam alışmışken bir gece aniden sol bacağım ve ayağımda sanırım infeksiyona bağlı ödem gelişmeye başladı. Bir ara o kadar şiştiler ki kendi çoraplarımı giyemez duruma geldim. Her tarafım löpür löpür selüleit… Iyyk, ne iğrenç görünüm durumları yani.
Anam haliyle bir ikilemde kaldı. Ya bu soğuklarda çıplak ayak kalarak üşüteceğim ya da babamın çoraplarına el koyacağım. Tabi ki fedakar anam(!) bana öncelik tanıdı, sevgili kızı için kocasını feda etti(!)
Bir de bunun bangır bangır bağırtarak inleten ağrı kısmı var ki (Opioidlerin bile işe yaramadığı) o da ayrı bir iğrençlik tabi…
YASAKLANAN SÖZCÜK
Ve bugün hastanedeydim. Sağ olsun ziyaretime gelen tüm dostlar “ooo, Sibel, hasta numarası yapma bize, gayet iyi görünüyorsun” sözleri ile fena gaza gelmiş olmalıyım. Kısa bir süre öncesine kadar,
“ambulans gelmeden sedyeyle beni taşımadan bu evden adım atatam, merdivenlerden inemem” derken bugün, “sorum değil ineriz yaaa” havalarına girdim.
Ama gelin görün ki, hastaneye gitmek için 1. kattaki evimin merdivenlerinden aşağıya bir kolum anamda bir kolum babamda güçlükle başarınca,
“hııımm” dedim, bu işte bir terslik var.
Hastaneye ulaştığımda, daha önceki günlerde asansöre binebilmek için neredeyse birbirini çiğneyecek durumda itiş kakış yaşayan hasta ve yakınları, bu kez beni görünce
“çekilin kenara, hasta için açın asansörün önünü” sözleri
“hııııımmm, evet kesin bir terslik var” düşüncemi pekiştirdi.
Ve bundan böyle, bana, benim dışımda
“Sibel çok iyi görünüyorsun” sözlerini yasakladım…
Bu sözcükleri sadece kendim kullanabilirim. Kullanıyorum da:
Tamam son dönemde iyi görünmüyor olabilirim, nolcak yani? Bu benim halen mükemmel ötesi, harikulade üstün biri olmadığı göstermez. Yaşasın ben; zira Nazım Hikmet’in şiiri bundan sonra bana yol gösterecek:
(1)
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
(2)
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948