S
su perisi
Kullanıcı
- 4 Ocak 2007
- En iyi cevaplar
- 0
- 0
Pilavı unutan veya buharda pişirenler çoğaldı. Kuzu eti tedavülden kalktı kalkacak. Kırmızı et zaten pek tercih edilmiyor, Tereyağ, geçmiş olsun. Börek çörek, unut gitsin.
Buna mukabil, çocuklar ve gençler hâlâ pırasa, kereviz, karnabahara karşılar! Yıllar o konuda bir şey değiştirmedi!
E ne yiyeceğiz o zaman?
Çekim olmayan, evde, bilgisayar başında geçirdiğim günlerin en can sıkıcı dakikaları.
Öğlen saatleri. Bilgisayarın başına oturmuşum, harıl harıl yazıyorum. Arkadan arkadan bir yürüme sesi. Adımlar yaklaşıyor... Odamın kapısı tıktıklamyor ve işte karşımda!
1.80 boyuyla Ayşe Hanım! Günün en bunaltıcı sorusunu sormak için öylece dikiliyor.
Beni geren soru "Dizi kaç bölümde bitecek?" değil. "Hayatın anlamı ne?" veya "Bu ay zam alacak mıyım?" hiç değil.
Her gün aynı saatlerde bana sorulan, bütün ilham perilerimi kaçıran, tüylerimi diken diken eden başka bir soru bu:
"Bugün ne yemek yapılacak?"!
Annem söylerdi de inanmazdım. "Benim sıkıldığım yemek yapmak değil, her gün yemek çeşidi bulmak" derdi! Hatta çocukluğumda ukalalık yapıp kendisine Saatli Maarif Takvi-mi'nin yemek listesini tavsiye etınişliğinı bile vardır. Yanılmıyorsam bu fikri eğlenceli bulup, o günkü listeyi bire bir tatbik etmişti: Patlıcan oturtma, peynirli börek, kayısı hoşafı!
Ertesi günlerde de aynı performansı bekledim, ne yazık ki Saatli Maarif Takvimi'ne bir daha başvurulmadı. Zannederim her gün bîr hamur işi tatlı tavsiye ediliyordu ve bu da bizim ailenin sağlıklı beslenme çizgisine uymuyordu.
Ben bunları düşünürken saniyeler geçiyor ve Ayşe Hanım hâlâ 1.80 bana bakıyor!
Her günkü itirazımı dile getiriyorum: "Ayşe Hanım, beş yıldır bizimlesin, artık bir gün de sen kafana göre bir şeyler yapsan?"
Her günkü cevabını veriyor Ayşe Hanım: Şeffafmışım gibi bakıyor! Hafiften sırıtarak!
On dakika boyunca fikir alışverişi, evdeki malzemelerin gözden geçirilişi, manavla telefon konuşması. Planlarda değişiklik, vs. vs.
Neydi? Neredeyim? Ben kimim? Senaryoda nerede kalmıştım?
Kaçtı mı ilham perisi? Hakin. Kadın sana laf anlatırken, fikir verirken, arkam dönüp "Çoban salata yap, soğan koyma ama, zeytinyağlı yapılacak sebze var mı evde?" türünden muhabbetlere dalarsan, basar gider!
Hayır işin kötüsü, şimdilerde kadınların işi daha zor. İlham perilerinin değil, normal, bildiğimiz kadınların! Eski günler olsa, Türk mutfağı zengin, seç seç beğen, bas hamur işini, bas pilavı, böreği, kuzuyu, muzuyu. Arkasına da yap bir tatlı, oo- oooh! Hatta, kendini iyice hayatın akışına bırak. Ekrem Muhittin Yegen'in her mutfakta bulunan, saman kâğıda ansiklopedi kalınlığındaki "Yemek Öğretimi" adlı klasik eserinden, rastgele bir sayfaya koy parmağını, otur onu yap!
Ne var ki, milletçe, bu yılın kalkınma hedefi olarak boyumuzla kilomuz arasında 112 fark yapmaya çalıştığımızdan, mesela ev tatlılarının nesli tükenmek üzere. Pilavı unutan, veya buharda pişirenler çoğaldı. Kuzu eti tedavülden kalktı kalkacak. Kırmızı et zaten pek tercih edilmiyor. Tereyağ, geç- miş olsun. Börek çörek, unut gitsin.
Buna mukabil, çocuklar ve gençler hâlâ pırasa, kereviz, karnabahara karşılar! Yıllar o konuda bir şey değiştirmedi!
E ne yiyeceğiz o zaman?
Evliliğimin ilk yılı, hayatımda ilk kez 63 kiloya çıktığım döneme tekabül eder. Rastlantı değildir tabii. İnsan ne de olsa özeniyor. İşten eve gelip, her gün elcağızımla binbir çeşit yemek hazırladığımı bilirim! Perde pilavı, irmik helvası, hatta el açması mantı yapmışhğım var. Yetenekliyim, elimde değil! Ancak altı ay içinde sonucu gördük: 57'den 63 kiloya çıkış! Bıngıl, domestik ve mantı açmaya daha uygun bir görüntü! Hatta boy sebebiyle "etine dolgun fndıkkurdu". Türk kadınından ziyade, enine boyuna, kapı gibi, daha Rus/Alman bir imaj! İster yemek yapsın, ister eşya taşısın,"çok amaçlı ev hanımı" tipi!
Hemen sıkıyönetim ilan ettim. Yapmayı bildiğim, kalorisi düşük, şık, sağlıklı, ama lezzetli yemeklerin bir listesini yaptım: İç baklalı enginar, balık buğulama, tavuklu ıspanak salatası...
15 çeşidi geçmedi! Meyveli hafif tatlılar da dahil!
Kiloları hemen verdim, ama çelişkilerimi çözümleyeme-dim! Ne yemek yapsaydım acaba? Bir dizi deneme yanılmadan sonra, Türk usulü hububat ağırlıklı köy yemeklerine yüklenmenin de sindirim açısından nahoş sonuçlar doğurduğunu görünce, sıkılıp bıraktım! Aman, dağınık kalsmdı!
Şimdilerde Türk mutfağıyla, daha "aîafortanfoni" tarifleri karıştırıp, bazı günler de kaloriye bakmadan coşup, yuvarlanıp gidiyoruz!
Bugünse, tesadüfen elime bir kitap geçti: "Düşük Kalorili ve Pratik Yemekler". Beslenme ve diyet uzmanı Ferin Batman yazmış. Kapağında da "Sihirli Annem" tadında peri kızı kıyafetli resmi var!
Hakikaten faydalı bir eser. "Eve gelip iki dakikada yapı ya-pıvereceksin, hem de kilo almayacaksın" mantığında. Fotoğraflar uyduruk olmuş biraz, sanırım kes yapıştır ama, ne yapalım. Çorbası, tatlısı, hepsinden koymuşlar. Akıllara durgunluk verecek malzemelerle, tahayyül edilmeyecek tarifler var! Bulgaristan göçmeni olan ve "piyaz"la "pilaki"yi bile karıştıran Ayşe Hanım'm "guacamole eşliğinde zencefilli tavuk ve yabani yeşillikler salatası"nı, tarifinden geçtim, sadece kelime anlamı olarak nasıl ve ne kadar zamanda algılayacağını bilemem.
Ayrıca bir Türk erkeğine, sözgelimi "Körili elmalı havuç çorbası"nı, "Brokolili tortetlini"yi nasıl yedirirsin, yedirirken neler anlatıp oyalar, dikkatini başka alanlara çekersin, o konularda da düşünceliyim!
Yine Saatli Maarif Takvimi'ne dadanmak!
Tekne misafiri olma raconu!
Yazın gelmesiyle birlikte başka âlemlere akma, başka görgü kuralları öğrenme ihtiyacı ortaya çıkıyor. Çatalları bıçakları en dıştan başlayıp içe doğru sırayla kullanma tavsiyesi, sizi bu mevsimde idare etmeyecek, adım gibi biliyorum!
Teknede, havuzda ve benzeri açık hava sosyetik mekânlarda, hiçbir görgü kuralları kitabında bulamayacağınız detaylara ihtiyacınız olacak.
Bu bilgileri, engin tecrübelerimden süzüp, damıtıp, sıkıştırarak, size kompakt hâlde sunmaya çalışacağım. İşlemler sırasında doğaya zarar vermeyeceğimi ve bilgileri hayvanlar üzerinde test etmeyeceğimi de söyleyeyim!
Böyle çevreci bir girişten sonra, hemen aynı husustan başlayarak, konumuza ufaktan bağlanıyorum.
Tekne misafiri olmanın birinci kuralı, çevreyle ilgili duyarsızlıklarınızı gizlemektir!
Çevrecilere gıcık olabilirsiniz. Bütün eviniz plastik ve plastik ürünlerinden yapılmış ve döşenmiş olabilir! Yağmur ormanları sizi zerre kadar ilgilendirmiyor olabilir, hatta "Ne var yağmur ormanları yok olursa? Yağmur yağmaz işte, ne güzel, hahaha" derecesinde angutluk sınırına yaklaşabilirsiniz! Ancak, bunu konuk olduğunuz teknenin sahibine hiçbir şekilde çaktırmamalısınız!
Tekne sahibi insanlar doğayı seven ve/veya zengin insanlardır. Denize dondurma kartonu, kola tenekesi, özellikle de pet su şişesi fırlatmayın, tekne sahibi cinnet getirebilir! Sonra, isterseniz bütün tekne ahalisi için muz, hamburger, deniz motosikleti, tekneye yanaşan dondurmacı tekneden dondurma ısmarlayın, popüler olamazsınız. Hatta bazı mavi bayraklı bölgelerin mavi bayraklarını kaybetmelerinin müsebbibi sayılıp, yolculuk boyunca yalnız bırakılabilirsiniz!
İsterseniz başa dönelim.
Tekneye davet edilmek, "Oh be, deniz, güneş, ekmek elden su gölden" şeklinde karşılansa da, o kadar keyifli bir misafirlik türü değildir. İşsizlik sigortası parasını kapıp gelmiş Batı Avrupa halkıyla birlikte günlük tura çıkılan, göbek danslı teknelerdense, arkadaşın teknesi yeğdir, değil mi?
Hayır, değildir!
Arkadaş teknesi, taka da olsa, birtakım özel kurallar ve adap gerektirir.
Örneğin, hanımlar, "Sosyetik tekneye gidiyorum, en şahane topuklu takunyalarımı giyeyim" dediniz, ve kaybettiniz!
Teknelere, taban çizilmesin diye, lastik ayakkabılarla veya çıplak ayaklı binilir. Aksini denemeyin, beni rezil etmeyin! Unutmayın ki teknelerde, birinci planda insanların değil, teknenin sağlığı ve mutluluğu gelir!
"Bedava tekneyi buldum, bütün yazın bronzluğunu bu- gün halledeyim" gibilerinden avamlaşmayın, sinirlenirim. İnsan gibi yanın, koruyucu kullanın! Plaj affeder, tekne ise asla! Doğa demin attığınız pet şişenin intikamını, sizi tatlı bir rüzgârla, çaktırmadan ikinci derece yakarak alır! Bir de, ne olursa olsun tekne sahibinden vücudunuza sürmek için yoğurt istemeyin! Tutun ki istediniz, ben sizi tanımıyorum, siz beni tanımıyorsunuz!
Yanınıza hafif bir kazak, bir şey alın ki, akşama doğru rüzgâr çıkınca "Vallahi beni vurdu, biraz yavaş gidelim" gibi parazitler yapmayın! Tekne iklimi çöl iklimi gibidir, gündüz kavurur, akşam üşütür!
Simdi en önemli husus geliyor: Tekne tuvaletleri!
Tekne tuvaletleri normal sifonlu tuvaletler gibi değildir. Bas düğmeye, fosur fosur sular dökülsün ha? Nerede o bolluk?
Uçaklar gibi, teknelerde de su azdır ve idareli kullanılır. Zaten zenginlerin niye şahane oteller dururken tatillerini buralarda geçirdikleri de merak konusudur. Su az, odalar küçük, rüzgâr çok, mazot kokusu mevcut! Tuvalette sifon yerine el pompaları var. Peki kardeşim bir milyon dolar verip bunları çekeceğin yerde, o parayı faize koyup her sene başka lüks otelde efendi gibi kalsaydın olmaz mıydı? Neyse, biz işimize bakalım.
Bazı tekne tuvaletlerinde bir düğmeye basılıp su akıtıldıktan sonra, pompalı bir sifon sistemiyle yok edilir. Bazısında başka karışık yöntemler vardır. Teknenin modeline ve türüne göre değişir, insanı tik eder!
En güzeli ya tekne gezisi esnasında fazla sıvı almamak, ya da gözünüze kestirdiğiniz tekne çalışanı, ya da kaptana "Enteresan bir model, bu seriye hiç binmemiştim, tuvaleti nasıl çalışıyor gösterir misiniz?" diye sorup çaktırmadan bilgi almaktır. Her şeyi anladığınıza kanaat getirince "Ha, yani bildiğimiz sistem" deyip, gülümseyerek oradan kaçın!
Zaten çoğu tekne sahibi, tuvaletlerin yanlış kullanımı nedeniyle nahoş anlar yaşadığı için, misafire önce tekneyi gez dirmek âdettendir. Bu esnada amaç, teknenin dekorasyonu veya modelini misafire kavratmaktan ziyade, tuvaletin nasıl çalıştığını, daha da önemlisi nasıl çalışmadığını öğreterek, müteakip saatlerde karşılıklı yüz yüze bakmaya devam edebilmektir!
Gülse Birsel