Codex
Özgür Şahin
Site Kurucusu
Hayatın içinden geçiyoruz, hayat da bizim...
Gün, karanlığa döndüğünde sorgulamalar başlıyor, sabaha karşı ise yargılamalar...
Geçip giden gençliğin zincirden boşanmış hayaletleri, sabaha karşı yatak odasının bir köşesinde kendisine sıranın gelmesini bekliyor.
Huzursuz gecelerin sabahı daha bir huzursuz oluyor.
Dünü düşünüyorsun...
Bugünü...
Gündüzü...
Geceyi...
O anı ve ertesi günü...
Ve bir sonraki geceyi...
Bu arada bugün kaçıyor ellerinden, zaman akıyor parmak aralarından...
Geçmiş yıllarda hovardaca harcanan bir an bile, şimdi çok ağır bedel sayılıyor...
Sonra geçtiğin caddeleri daha bir başka gözle geçiyorsun...
Kaldırım taşları sanki canlı ve sert basarsan incinecek gibi...
Yıllarca önünden geçtiğin bakkalın suratındaki derinleşen izleri görünce, eve gittiğinde ilk işin aynaya koşmak oluyor...
Ve günler günleri izliyor...
Ve sen de günleri izliyorsun bir yandan...
Kum saati çoktan tersine dönmüş, her düşen kum tanesi kurşun gibi beynine ve ruhuna işliyor...
Ve aynaya her baktığında gördüğün adamın suratında pişmanlık biraz daha fazla okunuyor... Her seferinde:
Hayatının içinden geçen tramvayda hiç bir zaman vatman olamıyorsun...
Ve rayların döşendiği güzergâh da asla sana ait değil...
Kâh ayakta gidiyorsun, kâh boşalan bir yere oturuyorsun...
Bazen de ayakta durmaktan yorulup bir kenara çömeliyorsun...
Yıllar geçiyor, eklemler biraz daha gevşiyor...
Beynindeki gri hücreler, ölürken ruhundaki en derin izler, birer uçuruma dönüşüyor...
Çokça beslenme sepeti kokuları duyuyorsun ve ilkokul öğretmenini hatırlıyorsun...
Yeni bir beyaz yakanın sana verdiği sevinç, beslenme sepetinden çıkan bir dilim sanayağlı reçelli ekmek, sana bugünün en uç hazlarını yaşatıyor...
Yerine bir şey koyamadığın şey; hatıraların...
Seni ayakta tutarken ayakta vuran onlar...
Siyah oluyorsun bazen hayatın içinde, bazen beyaz kalıyorsun.
Ama beyaz kalsan kirleniyor, siyah olsan suçlanıyorsun...
Ve ölmeden bir dakika önce, koca bir hayatın boş yere geçtiğini farkediyorsun...
Ben biliyorum bunu...
Ben defalarca öldüm.
Ve şunu sordum defalarca kendime:
Çok doğmak mı iyi, yoksa çok ölmek mi acı..
Neticede bu soru yerini şu hükme bıraktı her seferinde:
Beyazın kaderi kirlenmek, siyahın kaderi suçlanmak
Abdullah ÖZDOĞAN
Gün, karanlığa döndüğünde sorgulamalar başlıyor, sabaha karşı ise yargılamalar...
Geçip giden gençliğin zincirden boşanmış hayaletleri, sabaha karşı yatak odasının bir köşesinde kendisine sıranın gelmesini bekliyor.
Huzursuz gecelerin sabahı daha bir huzursuz oluyor.
Dünü düşünüyorsun...
Bugünü...
Gündüzü...
Geceyi...
O anı ve ertesi günü...
Ve bir sonraki geceyi...
Bu arada bugün kaçıyor ellerinden, zaman akıyor parmak aralarından...
Geçmiş yıllarda hovardaca harcanan bir an bile, şimdi çok ağır bedel sayılıyor...
Sonra geçtiğin caddeleri daha bir başka gözle geçiyorsun...
Kaldırım taşları sanki canlı ve sert basarsan incinecek gibi...
Yıllarca önünden geçtiğin bakkalın suratındaki derinleşen izleri görünce, eve gittiğinde ilk işin aynaya koşmak oluyor...
Ve günler günleri izliyor...
Ve sen de günleri izliyorsun bir yandan...
Kum saati çoktan tersine dönmüş, her düşen kum tanesi kurşun gibi beynine ve ruhuna işliyor...
Ve aynaya her baktığında gördüğün adamın suratında pişmanlık biraz daha fazla okunuyor... Her seferinde:
Hayatının içinden geçen tramvayda hiç bir zaman vatman olamıyorsun...
Ve rayların döşendiği güzergâh da asla sana ait değil...
Kâh ayakta gidiyorsun, kâh boşalan bir yere oturuyorsun...
Bazen de ayakta durmaktan yorulup bir kenara çömeliyorsun...
Yıllar geçiyor, eklemler biraz daha gevşiyor...
Beynindeki gri hücreler, ölürken ruhundaki en derin izler, birer uçuruma dönüşüyor...
Çokça beslenme sepeti kokuları duyuyorsun ve ilkokul öğretmenini hatırlıyorsun...
Yeni bir beyaz yakanın sana verdiği sevinç, beslenme sepetinden çıkan bir dilim sanayağlı reçelli ekmek, sana bugünün en uç hazlarını yaşatıyor...
Yerine bir şey koyamadığın şey; hatıraların...
Seni ayakta tutarken ayakta vuran onlar...
Siyah oluyorsun bazen hayatın içinde, bazen beyaz kalıyorsun.
Ama beyaz kalsan kirleniyor, siyah olsan suçlanıyorsun...
Ve ölmeden bir dakika önce, koca bir hayatın boş yere geçtiğini farkediyorsun...
Ben biliyorum bunu...
Ben defalarca öldüm.
Ve şunu sordum defalarca kendime:
Çok doğmak mı iyi, yoksa çok ölmek mi acı..
Neticede bu soru yerini şu hükme bıraktı her seferinde:
Beyazın kaderi kirlenmek, siyahın kaderi suçlanmak
Abdullah ÖZDOĞAN