K
korsan
Kullanıcı
Kütle Adamının Tahlili
Nihilizmin etkisi altına giren kütlelerin hayat standartları buna göre değişti. Gittikçe bireyselleşen hayat, birbirinden habersiz fakat hep aynı davranışı sergileyen kitleleri meydana getirdi. Önceleri lütuf olarak kabul edilip, şükran hissi uyandıran şeyler, birer hak olarak kabul edilmeye başlandı; şükran duyulacak değil, sahip olmakta ısrar edilecek haklar...
Hayat dümdüz bir yol şeklinde başladı, şiddetli veya tehlikeli herhangi bir şey insanları uyarmaz oldu. Savaşlar, veba, verem gibi yollarla kitle ölümleri olmuyordu. Oysa ki; kanser, AIDS ve trafik kazaları, belki eski çağlardaki salgın ve savaşlardan daha çok can alıyor, fakat "farkındalık" gibi bir çabadan mahrum çağımız insanı, bunu yorumlamamayı tercih ediyor. Böylece hayat, esas ve kesin yönleriyle kendini yeni adama, herhangi bir "kısıtlamadan muaf" olarak takdim etti. Bir değere ulaşmanın tek yolu para olarak belirlendi. Artık her şeyin maddî ve sembolik bir bedeli var. Böylesine bir kolaylık mazinin sıradan insanına reva görülmemiştir. Önceleri zengin ve kudret sahipleri için dahi dünya; bir sefalet, güçlük ve tehlike âlemiydi.
Kendisini sosyal ve teknik açıdan mükemmel bir dünyada bulan vasatî insan, onların tabiat tarafından vücuda getirildiğini sanıyor, bu dünyanın yaradılışlarını, varolduklarını önceden farz ettiği yüksek kabiliyetli fertlerin şahsî gayretlerini asla aklına getirmiyor. Her kolaylığın önüne serilmesi, kütle adamının, önüne serilen hiçbir şeye zerre kadar dahi olsa şükran hissetmemesiyle sonuçlanıyor. Sıradan insan, şımarık bir çocuk edasıyla, kendinden başka kimsenin varolmadığına, en azından onların kendinden üstün olmadığına inanmaya başlar. Kendisi sınırlarının bitip, başkasının sınırlarının başladığı bir noktanın varlığına dahi inanmaz.
Kütle insanı etrafında bulduğu her şeye, tıpkı hava ve güneş gibi yaklaşır. Hiç kimseye bunlar için teşekkür etmediği gibi, sosyal ve teknik imkânlar için de kimseye şükran hissi duymaz.
Kütle adamı, sadece kendi refahıyla ilgilenir ve aynı zamanda, o refahı sağlayan sebeplere yabancı kalır. Medeniyetin büyük gayret ve uzak görüşlülükle meydana getirilmiş nimetlerinin külfet ve zorluğunu bilmediğinden, kendi rolünün bunları diktatörce talep etmek olduğunu zanneder.
Kütleler Neden Herşeye Müdahele Eder?
Kütle insanının kendini mükemmel addettiğini daha önce belirtmiştik. Asil insan ise bilgi ve hikmet denizine daldıkça kendisindeki eksiklikleri hisseder. Okuduğu her kitap on yeni kitaba göndermede bulunur, bu kısa sürede yüze çıkar ve asil insan kendinden büyük nice dev insanların var olduğunu hisseder. Bu da bilhassa mağrur değilse onun, ömrü boyunca talebe olarak yaşayacağını hissetmesi demektir. Sıradan insanın içine kapanık dünyasında kendini başkalarıyla mukayese etmesi söz konusu değildir. Kendisine olan güveni sonsuzdur.
Önüne serilen imkânlar, yüzyılların birikimi ve bilgiye ulaşma hızı sebebiyle bugün alelâde insan herhangi bir devirdeki hemcinslerinden daha zeki ve kavrama gücü daha kuvvetli. Fakat o bunun ya farkında değil, ya da belli belirsiz hissediyor. Bunu hissettiğinde ise kendini boş bir üstünlük kompleksine kaptırarak tüm alıcılarını kapatıyor. Bu yüzden içinde oluşan boşluğu da herkese kabul ettirmeye çalışıyor. Tekrar hatırlamakta yarar var; alelâde insanın problemi kendinin üstün olduğuna, bayağı olmadığına inanması değil, bayağılığını bir hak olarak ilân ve kabul ettirmesidir.
Gasset'in dediği gibi; "Bir fikir, hakikati mutlak zafere ulaştıracak hâle getirmektir. Fikirleri düzenleyecek daha yüksek bir otoriteyi, bir tartışma sırasında baş vurulacak standartları kabul etmeksizin fikirden bahsetmek yersiz.Bu standartlar, üzerlerinde kültürün kurulduğu prensiplerdir. Başvurulacak meşruiyet prensiplerinin olmadığı yerde kültür de yoktur."
İşte standartların böyle belirsiz olduğu bir arenada sıradan insan bu entelektüel boşluğu her şeye müdahale ederek doldurma cüretinde bulunur. O zaman kısıtlamalar, standartlar, nezaket, dolaylı yollar, adalet, akıl ve daha bir çok şey ne için vardı? Toplum hayatının standartları olan bu kavramlar artık entelektüellerin bile başvurmadığı şeyler...
Kendinden Hoşnut Çağ
Şimdiye kadar başkalarının yönettiği alelâde insan dünyayı yönetmeye karar vermiş görünüyor. Buna karar veren kütle adamının kişilik özellikleri şöyle sıralanabilir: Hayatın kolay ve bereketli olduğuna inanan insan kendi içinde bir kudret sezer, böylece ahlâkî ve entelektüel yeteneklerinin mükemmelliğine inanır. Kendinden hoşnut olması ve başka hiçbir mercie başvurmaması, diğerlerinin mevcudiyetine dahi inanmaması ile sonuçlanır. Başkalarından alacağı bir şey yoktur ve onu kontrol edecek normlar silinmiştir. Mükemmel insan dine, sosyal gelenek veya törelere, haricî bir otoriteye niye ihtiyaç duysun ki(!)
Kendinden alabildiğince hoşnut olan çağdaş insan kendisinin avukatı, başkalarının savcısıdır. Kanal değiştirme rahatlığında arkadaşlıklarını bitirebilir ve eleştirinin yapıcı yönünü kullanma şansından mahrumdur. Kendini dinleyecek vakti bile yoktur ve hayat onun için bir samimiyetsizlik ve şakadır. Tutumları yüzeysel ve sun'idir. Olması gerekenle karşılaşmaktan korktuğundan, hep olanın devamını diler. Bu yüzden de kütle adamı düzen yerine düzensizliği, sakinlik yerine gürültüyü, ciddiyet yerine komikliği tercih eder. Gelmesi gereken nihaî dakika ne kadar gecikirse alelâde adam o kadar uzun gündemde kalacak, o kadar uzun yaşayacaktır. Akıntı ve işleri oluruna bırakma çağında yaşamamızın ve bu dönemin uzadıkça uzamasının sebebi budur.
İhtisas Barbarlığı
Kütle adamı sadece avam tabakasında görülmez. Hayatın her alanına; doktorun, öğretmenin, devlet adamının, akademisyenin arasına da sızmıştır.
Meselâ akademisyen mesleğinin dar sınırları içinde sıkışmış, her insan kadar sınırlanmıştır. Artık hayatı yorumladığında ilmî birikiminden referans alamamakta, sadece zekâ farkıyla yorum yapabilmektedir. Holistik bakış açısına sahip olmadığından kâinatı bir bütün halinde görememekte, eşyanın birbiriyle olan ilişkisini çözememektedir. İlim adamı artık bilgili fakat kültürsüzdür. Kullandığı dil meslekî jargonunun dışında avamla aynıdır. Çünkü o da okuma tecrübesinden mahrumdur. Kes yapıştır sistemiyle akedemisyen olmakta, ne kadar çok isme gönderme yaparsa o kadar güçlenmektedir. Başkalarının gölgesinde yaşayıp yükselmesi bakımından avamdan daha acınacak haldedir ve aklını başkalarının söylediklerini tekrarlamak için kullanmaktadır. Yani aklını kiraya vermiştir.
Kendi bilim dalının bir bölümünde sıkışıp kaldığından, entelektüel kaygıları amatörce heveskârlık sayarak vicdanını rahatlatmaktadır. Kendi uzmanlık alanı dışındaki tüm bilimlerin cahilidir, fakat bir yandan da bilimcidir. Sezgiyi, ruhu, dinî ve ahlâkı kapı dışarı etmiştir; uzmanlığının dışındaki alanlarda o da herkes kadar sezgileriyle hareket eder. Hattâ sezgiyi kabul etmediği için el yordamıyla hareket edip, taassupla hüküm vererek, sıradan insana göre daha çekilmez bir hâl alır.
Bu zümrenin bir kısmı enformatik cahil, bir kısmı ihtisas barbarı, bir kısmı ise dogmaların esiridir. 'Siyah-beyaz' Aristo mantığını aşamayan bu insanlar; gri düşünceyi, saçaklı mantığı ve insanlığı çözümleme isteğindeki bilim dallarını kesinlikle kabul etmezler. Onlara göre bilimler tabiat bilimlerinden ibarettir; sosyal bilimler siyah-beyaz mantığa uymadığından, bilim dahi değildirler. Kısaca günümüz geçmişteki tüm çağlardan daha fazla "bilim adamına" sahiptir, fakat çok az sayıda kültürlü insan vardır.
Bu yazı, Ortega Gasset'in, Kütlelerin İsyanı kitabından hareketle ve ondan faydalanılarak yazılmıştır
Mutlu HAZAR
Nihilizmin etkisi altına giren kütlelerin hayat standartları buna göre değişti. Gittikçe bireyselleşen hayat, birbirinden habersiz fakat hep aynı davranışı sergileyen kitleleri meydana getirdi. Önceleri lütuf olarak kabul edilip, şükran hissi uyandıran şeyler, birer hak olarak kabul edilmeye başlandı; şükran duyulacak değil, sahip olmakta ısrar edilecek haklar...
Hayat dümdüz bir yol şeklinde başladı, şiddetli veya tehlikeli herhangi bir şey insanları uyarmaz oldu. Savaşlar, veba, verem gibi yollarla kitle ölümleri olmuyordu. Oysa ki; kanser, AIDS ve trafik kazaları, belki eski çağlardaki salgın ve savaşlardan daha çok can alıyor, fakat "farkındalık" gibi bir çabadan mahrum çağımız insanı, bunu yorumlamamayı tercih ediyor. Böylece hayat, esas ve kesin yönleriyle kendini yeni adama, herhangi bir "kısıtlamadan muaf" olarak takdim etti. Bir değere ulaşmanın tek yolu para olarak belirlendi. Artık her şeyin maddî ve sembolik bir bedeli var. Böylesine bir kolaylık mazinin sıradan insanına reva görülmemiştir. Önceleri zengin ve kudret sahipleri için dahi dünya; bir sefalet, güçlük ve tehlike âlemiydi.
Kendisini sosyal ve teknik açıdan mükemmel bir dünyada bulan vasatî insan, onların tabiat tarafından vücuda getirildiğini sanıyor, bu dünyanın yaradılışlarını, varolduklarını önceden farz ettiği yüksek kabiliyetli fertlerin şahsî gayretlerini asla aklına getirmiyor. Her kolaylığın önüne serilmesi, kütle adamının, önüne serilen hiçbir şeye zerre kadar dahi olsa şükran hissetmemesiyle sonuçlanıyor. Sıradan insan, şımarık bir çocuk edasıyla, kendinden başka kimsenin varolmadığına, en azından onların kendinden üstün olmadığına inanmaya başlar. Kendisi sınırlarının bitip, başkasının sınırlarının başladığı bir noktanın varlığına dahi inanmaz.
Kütle insanı etrafında bulduğu her şeye, tıpkı hava ve güneş gibi yaklaşır. Hiç kimseye bunlar için teşekkür etmediği gibi, sosyal ve teknik imkânlar için de kimseye şükran hissi duymaz.
Kütle adamı, sadece kendi refahıyla ilgilenir ve aynı zamanda, o refahı sağlayan sebeplere yabancı kalır. Medeniyetin büyük gayret ve uzak görüşlülükle meydana getirilmiş nimetlerinin külfet ve zorluğunu bilmediğinden, kendi rolünün bunları diktatörce talep etmek olduğunu zanneder.
Kütleler Neden Herşeye Müdahele Eder?
Kütle insanının kendini mükemmel addettiğini daha önce belirtmiştik. Asil insan ise bilgi ve hikmet denizine daldıkça kendisindeki eksiklikleri hisseder. Okuduğu her kitap on yeni kitaba göndermede bulunur, bu kısa sürede yüze çıkar ve asil insan kendinden büyük nice dev insanların var olduğunu hisseder. Bu da bilhassa mağrur değilse onun, ömrü boyunca talebe olarak yaşayacağını hissetmesi demektir. Sıradan insanın içine kapanık dünyasında kendini başkalarıyla mukayese etmesi söz konusu değildir. Kendisine olan güveni sonsuzdur.
Önüne serilen imkânlar, yüzyılların birikimi ve bilgiye ulaşma hızı sebebiyle bugün alelâde insan herhangi bir devirdeki hemcinslerinden daha zeki ve kavrama gücü daha kuvvetli. Fakat o bunun ya farkında değil, ya da belli belirsiz hissediyor. Bunu hissettiğinde ise kendini boş bir üstünlük kompleksine kaptırarak tüm alıcılarını kapatıyor. Bu yüzden içinde oluşan boşluğu da herkese kabul ettirmeye çalışıyor. Tekrar hatırlamakta yarar var; alelâde insanın problemi kendinin üstün olduğuna, bayağı olmadığına inanması değil, bayağılığını bir hak olarak ilân ve kabul ettirmesidir.
Gasset'in dediği gibi; "Bir fikir, hakikati mutlak zafere ulaştıracak hâle getirmektir. Fikirleri düzenleyecek daha yüksek bir otoriteyi, bir tartışma sırasında baş vurulacak standartları kabul etmeksizin fikirden bahsetmek yersiz.Bu standartlar, üzerlerinde kültürün kurulduğu prensiplerdir. Başvurulacak meşruiyet prensiplerinin olmadığı yerde kültür de yoktur."
İşte standartların böyle belirsiz olduğu bir arenada sıradan insan bu entelektüel boşluğu her şeye müdahale ederek doldurma cüretinde bulunur. O zaman kısıtlamalar, standartlar, nezaket, dolaylı yollar, adalet, akıl ve daha bir çok şey ne için vardı? Toplum hayatının standartları olan bu kavramlar artık entelektüellerin bile başvurmadığı şeyler...
Kendinden Hoşnut Çağ
Şimdiye kadar başkalarının yönettiği alelâde insan dünyayı yönetmeye karar vermiş görünüyor. Buna karar veren kütle adamının kişilik özellikleri şöyle sıralanabilir: Hayatın kolay ve bereketli olduğuna inanan insan kendi içinde bir kudret sezer, böylece ahlâkî ve entelektüel yeteneklerinin mükemmelliğine inanır. Kendinden hoşnut olması ve başka hiçbir mercie başvurmaması, diğerlerinin mevcudiyetine dahi inanmaması ile sonuçlanır. Başkalarından alacağı bir şey yoktur ve onu kontrol edecek normlar silinmiştir. Mükemmel insan dine, sosyal gelenek veya törelere, haricî bir otoriteye niye ihtiyaç duysun ki(!)
Kendinden alabildiğince hoşnut olan çağdaş insan kendisinin avukatı, başkalarının savcısıdır. Kanal değiştirme rahatlığında arkadaşlıklarını bitirebilir ve eleştirinin yapıcı yönünü kullanma şansından mahrumdur. Kendini dinleyecek vakti bile yoktur ve hayat onun için bir samimiyetsizlik ve şakadır. Tutumları yüzeysel ve sun'idir. Olması gerekenle karşılaşmaktan korktuğundan, hep olanın devamını diler. Bu yüzden de kütle adamı düzen yerine düzensizliği, sakinlik yerine gürültüyü, ciddiyet yerine komikliği tercih eder. Gelmesi gereken nihaî dakika ne kadar gecikirse alelâde adam o kadar uzun gündemde kalacak, o kadar uzun yaşayacaktır. Akıntı ve işleri oluruna bırakma çağında yaşamamızın ve bu dönemin uzadıkça uzamasının sebebi budur.
İhtisas Barbarlığı
Kütle adamı sadece avam tabakasında görülmez. Hayatın her alanına; doktorun, öğretmenin, devlet adamının, akademisyenin arasına da sızmıştır.
Meselâ akademisyen mesleğinin dar sınırları içinde sıkışmış, her insan kadar sınırlanmıştır. Artık hayatı yorumladığında ilmî birikiminden referans alamamakta, sadece zekâ farkıyla yorum yapabilmektedir. Holistik bakış açısına sahip olmadığından kâinatı bir bütün halinde görememekte, eşyanın birbiriyle olan ilişkisini çözememektedir. İlim adamı artık bilgili fakat kültürsüzdür. Kullandığı dil meslekî jargonunun dışında avamla aynıdır. Çünkü o da okuma tecrübesinden mahrumdur. Kes yapıştır sistemiyle akedemisyen olmakta, ne kadar çok isme gönderme yaparsa o kadar güçlenmektedir. Başkalarının gölgesinde yaşayıp yükselmesi bakımından avamdan daha acınacak haldedir ve aklını başkalarının söylediklerini tekrarlamak için kullanmaktadır. Yani aklını kiraya vermiştir.
Kendi bilim dalının bir bölümünde sıkışıp kaldığından, entelektüel kaygıları amatörce heveskârlık sayarak vicdanını rahatlatmaktadır. Kendi uzmanlık alanı dışındaki tüm bilimlerin cahilidir, fakat bir yandan da bilimcidir. Sezgiyi, ruhu, dinî ve ahlâkı kapı dışarı etmiştir; uzmanlığının dışındaki alanlarda o da herkes kadar sezgileriyle hareket eder. Hattâ sezgiyi kabul etmediği için el yordamıyla hareket edip, taassupla hüküm vererek, sıradan insana göre daha çekilmez bir hâl alır.
Bu zümrenin bir kısmı enformatik cahil, bir kısmı ihtisas barbarı, bir kısmı ise dogmaların esiridir. 'Siyah-beyaz' Aristo mantığını aşamayan bu insanlar; gri düşünceyi, saçaklı mantığı ve insanlığı çözümleme isteğindeki bilim dallarını kesinlikle kabul etmezler. Onlara göre bilimler tabiat bilimlerinden ibarettir; sosyal bilimler siyah-beyaz mantığa uymadığından, bilim dahi değildirler. Kısaca günümüz geçmişteki tüm çağlardan daha fazla "bilim adamına" sahiptir, fakat çok az sayıda kültürlü insan vardır.
Bu yazı, Ortega Gasset'in, Kütlelerin İsyanı kitabından hareketle ve ondan faydalanılarak yazılmıştır
Mutlu HAZAR