S
su perisi
Kullanıcı
- 4 Ocak 2007
- En iyi cevaplar
- 0
- 0
“Arthur ve George” Julian Barnes
Çev: S. Rıfat Kırkoğlu
Julian Barnes’tan haksızlığa karşı sesini yükselten bir roman...
Adalet hukukun mu temel meselesidir yoksa edebiyatın mı?.. Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sını kolumuzun altına aldığımız noktada seçim hakkımızı kolaylıkla ikincisinden yana kullanabiliriz. Edebiyatın adaletle imtihanı hiç bitmez; çünkü bir tek edebiyat o hesaplaşma sürecinde insanlığın en çırılçıplak hakikatini yakalayarak toplumsal vicdanın çığlığına dönüşebilir.
Dönemin İngiltere’sinde görülen gerçek bir davadan yola çıkan Julian Barnes’ın “Arthur ve George” adlı romanı da aynı anlayışla adalet kavramını, edebiyatın kül yutmayan merceğine tabi tutuyor.
Sherlock Holmes romanlarının yazarı Arthur Conan Doyle’un yolunu, başarılı bir avukatken kendisini işlemediği bir suçtan ötürü hapishanede bulan George Edalji’ninkiyle kesiştiren roman, hayatının yedi yılını yok yere mahkûm olarak geçiren ve mesleğinden olan Edalji’nin peşisıra okuru da adalet arayışına sürüklüyor.
Birbirinden tamamen farklı iki adamın evrimine ve dönem İngiltere’sinin sosyopolitik koşullarına da geniş yer veren roman, Doyle’un olayı aydınlatmaya soyunmasıyla birlikte sürükleyici bir dedektiflik hikâyesine de bürünüyor. Doyle’un eşiyle sevgilisi arasındaki ikilemler, George’un münzevi yalnızlığı ise okura iki taban tabana zıt hayattan gelen kahramanlarla özdeşleşme fırsatı tanıyor.
Hem masum hem suçlu olmak
Doyle’un, gerçek ortaya çıktığında durumu kurtarmak için kaypak bir tutum sergileyen İngiliz hukuk sistemine yönelik eleştirisi ise beyinde yankılanacak nitelikte:
“Eskiden insanlar ya masum oluyorlardı ya da suçlu. Masum değilseniz, suçluydunuz, suçlu değilseniz, masumdunuz... Bugünden itibaren, İngiliz hukukunda yeni bir kavramla yüz yüzeyiz: Suçlu ve masum. ”Halen vicdan sızlatan nice davayla çalkalanan günümüz Türkiye’sinde “Arthur ve George”un özellikle bizlere söyleyeceği çok şey var. Yaşam-ölüm ikiliğine dair şu cümlelerde olduğu gibi:
“Belleğin kazanılmasıyla bir nesne olmaktan çıkmış bir torunla, çocuğun geliştirdiği bu özellikleri yitirerek nesne durumuna geri dönmüş bir büyükanne. Ufak oğlan çocuğu bakakalmıştı ve yarım yüzyıldan çok daha uzun bir süre sonra, yetişkin adam hâlâ bakaduruyordu...”
Milliyet(kitap)