W
waree
Kullanıcı
Yanlış yoldayız: Her insanın doğduğu yerde doyma hakkı vardır.
Gazeteler, billboard’lar seçim vaatleriyle dolu. Hepsi insanı hazırcılığa alıştıran vaatler. Diyelim ki seçildiler, vaatlerini yerine getiriyorlar. Üretmeden tüketmeyi kışkırtan o sözlerin bedelini nasıl ödenecek? Elbette her zaman olduğu gibi doğayı satıp savarak.
Bugün doğayla ilgili birbirinden bağımsız gibi gözüken pek çok sorun aslında çok daha büyük bir projenin farklı ayakları. Bu projenin adı bana göre Anadolu’yu insansızlaştırma projesi.
GDO, ithal etin pompalanması, tarımın çöküşü, HES’ler, madenler, nükleer ve termik santraller, duble yollar, üçüncü köprü, Kanal İstanbul, 2B, gibi pek çok konu aynı vizyonun saç ayakları.
Bu proje ile Anadolu’da küçük ve ortak ölçekli tarımla veya esnaflıkla geçinen nüfusun büyük bir kısmının büyük şehirlere, özellikle de İstanbul’a taşınması hedefleniyor. Zira büyük ölçüde kendine yeten bu insanlar, küreselleşen dünya ekonomisi için tam bir baş belası.
Kırsal nüfusu yerinden etme politikası üç farklı sosyal baskının iç içe geçmesiyle vücut buluyor. Bunlardan birincisi ‘zayıflat’, ikincisi ‘el koy’, üçüncüsü ise ‘özendir’.
Zayıflat!
Küçük ve orta ölçekli çiftçi, kullandığı tohum ve gübrede dışa bağımlı hale getirildiği için bu maliyetleri karşılayamaz hale geliyor. Tarlalarını ipotek ederek bankalara borçlanıyor. Geliri hemen her zaman giderinin altında olduğu için bir süre sonra tarlalarını satmak ve yüzünü büyük şehre dönmek zorunda kalıyor. Böylece yerli ve yabancı büyük tarım şirketleri için gerekli zemin oluşuyor.
El koy
Daha ücra yerlerde kendi ekip biçtiği ile yaşayan köylü ise enerji sektörünün kurbanı oluyor. Enerji Piyasasını Denetleme Kurumu (EPDK), savaş zamanlarında kullanılan zorunlu istimlak yetkisiyle tüm vadileri HES ve baraj inşaatlarına açabiliyor. Diğer yandan, kapitülasyonları hatırlatan imtiyazlara sahip maden şirketleri Anadolu’nun her yerinde en sağlıksız yöntemlerle maden çıkartabiliyor. Doğanın enerjisi şehirlere taşınıyor.
Özendir...
Tüm bunlar olup biterken, şehirdeki yaşamı cazip kılmak için köprüler, kanallar, enerji santralleri ve öteki çılgın projeler ortaya atılıyor. Şehirdeki yaşam, renkli ışıklarıyla Anadolu insanının gözlerini kamaştırıyor.
Eğer nüfusunun tamamı şehirlere sıkışmış, Anadolu’yu büyük şirketlere terk etmiş, gıdada dışa bağımlı, doğası yerle bir edilmiş, köklerini yitirmiş bir toplum hayal ediyorsak, bu yolda devam edelim. Yok eğer ufkumuzda doğduğu yerde doyan, üreten ve üretirken kültürüne ve doğasına sahip çıkan, Anadolu’yla birlikte yaşayan köklü bir toplum varsa, durup bir daha düşünelim. Çünkü yanlış yoldayız.
Güven EKEN(Radikal)
Gazeteler, billboard’lar seçim vaatleriyle dolu. Hepsi insanı hazırcılığa alıştıran vaatler. Diyelim ki seçildiler, vaatlerini yerine getiriyorlar. Üretmeden tüketmeyi kışkırtan o sözlerin bedelini nasıl ödenecek? Elbette her zaman olduğu gibi doğayı satıp savarak.
Bugün doğayla ilgili birbirinden bağımsız gibi gözüken pek çok sorun aslında çok daha büyük bir projenin farklı ayakları. Bu projenin adı bana göre Anadolu’yu insansızlaştırma projesi.
GDO, ithal etin pompalanması, tarımın çöküşü, HES’ler, madenler, nükleer ve termik santraller, duble yollar, üçüncü köprü, Kanal İstanbul, 2B, gibi pek çok konu aynı vizyonun saç ayakları.
Bu proje ile Anadolu’da küçük ve ortak ölçekli tarımla veya esnaflıkla geçinen nüfusun büyük bir kısmının büyük şehirlere, özellikle de İstanbul’a taşınması hedefleniyor. Zira büyük ölçüde kendine yeten bu insanlar, küreselleşen dünya ekonomisi için tam bir baş belası.
Kırsal nüfusu yerinden etme politikası üç farklı sosyal baskının iç içe geçmesiyle vücut buluyor. Bunlardan birincisi ‘zayıflat’, ikincisi ‘el koy’, üçüncüsü ise ‘özendir’.
Zayıflat!
Küçük ve orta ölçekli çiftçi, kullandığı tohum ve gübrede dışa bağımlı hale getirildiği için bu maliyetleri karşılayamaz hale geliyor. Tarlalarını ipotek ederek bankalara borçlanıyor. Geliri hemen her zaman giderinin altında olduğu için bir süre sonra tarlalarını satmak ve yüzünü büyük şehre dönmek zorunda kalıyor. Böylece yerli ve yabancı büyük tarım şirketleri için gerekli zemin oluşuyor.
El koy
Daha ücra yerlerde kendi ekip biçtiği ile yaşayan köylü ise enerji sektörünün kurbanı oluyor. Enerji Piyasasını Denetleme Kurumu (EPDK), savaş zamanlarında kullanılan zorunlu istimlak yetkisiyle tüm vadileri HES ve baraj inşaatlarına açabiliyor. Diğer yandan, kapitülasyonları hatırlatan imtiyazlara sahip maden şirketleri Anadolu’nun her yerinde en sağlıksız yöntemlerle maden çıkartabiliyor. Doğanın enerjisi şehirlere taşınıyor.
Özendir...
Tüm bunlar olup biterken, şehirdeki yaşamı cazip kılmak için köprüler, kanallar, enerji santralleri ve öteki çılgın projeler ortaya atılıyor. Şehirdeki yaşam, renkli ışıklarıyla Anadolu insanının gözlerini kamaştırıyor.
Eğer nüfusunun tamamı şehirlere sıkışmış, Anadolu’yu büyük şirketlere terk etmiş, gıdada dışa bağımlı, doğası yerle bir edilmiş, köklerini yitirmiş bir toplum hayal ediyorsak, bu yolda devam edelim. Yok eğer ufkumuzda doğduğu yerde doyan, üreten ve üretirken kültürüne ve doğasına sahip çıkan, Anadolu’yla birlikte yaşayan köklü bir toplum varsa, durup bir daha düşünelim. Çünkü yanlış yoldayız.
Güven EKEN(Radikal)