G
Gül46
Kullanıcı
[size=10pt][/size]AKIL OKULU UZUN AMA BENCE OKUYUNUZ
Bir gün ülkenin küçük kasabalarından olan Yitan'da şöyle bir haber yayılmış:
- Güzel başkentimizde bir Akıl Okulu varmış. Her kim o okula giderse orada
akıl öğretiliyormuş.Herkes bu haberi şaşkınlıkla birbirine anlatıyormuş.
Kasabanın en zenginlerinden olan bir adam da bu haberi duyunca kahkahalarla
gülmeye başlamış:- Efendim, hayatımda hiç bu kadar komik bir şey
duymamıştım. Bir insan akıllıysa akıllıdır. Sonradan akıl kazanılır mı hiç?
Olacak şey midir? Duyulmuş mudur? Görülmüş müdür?Bu adam çok zengin olduğu
için çocuklarının hiçbirisini okutmamış. Öyle çok parası varmış ki, istese
kasabanın tamamını satın alabilirmiş. Fakat çocuklarına devamlı şöyle
diyormuş:- Şükürler olsun çok paramız var. Yine de paramıza para katmalıyız.
Ne kadar çok kazanırsak o kadar güçlü oluruz.Çocuklarından biri ise,
babasının bu düşüncesine katılmıyormuş. Devamlı:- Babacığım, okumak gibisi
var mıdır? diyormuş. Bak ne çok paramız var. Ama bu parayla bilgi satın
alamayız. Buna kimsenin de gücü yetmez. Neden okumayı kötü görüyorsun? Adam,
çocuğunun bu sözlerini günlerce, gecelerce düşünmüş durmuş. Sabahlara kadar
sayıklar olmuş: 'Akıl okulu? Akıl okulu?' Bir sabah dayanamamış ve kararını
vermiş:- Böyle olmayacak. Şu Akıl Okulu neymiş gidip göreceğim.Adam yolculuk
için hazırlanmış. Atına binmiş ve yola koyulmuş.
Günler geçmiş. Geceler geçmiş. Memleketinden ayrılalı tam otuziki gün olmuş.
Günün birinde, yolda ağır ağır yürüyen bir ihtiyara rastlamış. İhtiyarın
gözleri görmüyormuş. Adam bu ihtiyarın haline acımış. Yanına yaklaşarak:- Ey
yolcu, nereye gidiyorsun? diye sormuş.İhtiyar da başkente gitmek istediğini
söylemiş. Bunun üzerine adam atından inmiş ve ihtiyarı atına bindirmiş:- Ben
de başkente gidiyorum. demiş. Bir günlük yolum kaldı. Birlikte konuşa konuşa
gideriz. İhtiyar atın üzerinde, adam yaya yolculuklarına devam etmişler.
Şehre vardıkları zaman adam ihtiyara:- İşte başkente geldik, demiş. Burada
inebilirsin. Fakat ihtiyar, adama şunları söylemiş:- Madem bir iyilik
yaptın, bunun gerisini de getir. Beni şehrin meydanına kadar götür. Ondan
sonra var git nereye gideceksen.Adam hiç karşı çıkmamış ve tamam demiş.
Beş-on dakika sonra şehrin meydanına gelmişler. Tam bu sırada ihtiyar
bağırmaya başlamış:- İmdat!.. Yardım edin. Bu adam atımı çalmak istiyor. Bu
garibana yardım elini uzatacak yok mu? İmdat!..Meydandaki insanlar koşa koşa
gelmişler onların yanına. İhtiyar kör olduğu için ona acımışlar ve adamı
suçlamışlar:- Utanmıyor musun bu yaşta hırsızlık yapmaya! Hem de kör bir
adamın atını çalmaya çalışıyorsun. Adam haykırıyormuş:- Hayır yalan
söylüyor. Bu at benim. Onu yoldan ben aldım. İhtiyardır, yorulmasın, bir
iyilik yapmış olayım, dedim. Bu at benim. Ben hayatımda hırsızlık yapmadım.
O yalancıdır.
Fakat gel gelelim insanlar adamı dinlememişler. Atı, kör ihtiyarı ve adamı
doğruca şehrin hakimine götürmüşler. Hakim önce kör ihtiyarı, sonra adamı
dinlemiş. Ardından da şöyle demiş:- Bana bir baytar, bir nalbant, bir de
saraç çağırın. Hemen gelsinler. Bekliyoruz.Adam bu üç kişinin neden
çağrıldığını bir türlü anlayamamış. Kimseye de soramamış. Mecburen
çağrılanların gelmesini beklemiş. Kısa bir zaman sonra da hep beraber
gelmişler. Hakim gelenleri tek tek huzuruna kabul etmiş. Önce baytar alınmış
odaya. Hakim ona sormuş:- Ata bak. Bu at hangi memlekete aittir? Baytar
şöyle karşılık vermiş:- Çok fazla incelemeye gerek yok. Bu at bu şehirden
alınmamış. Yitan yöresine ait bir attır.Adam kendi memleketinin ismini
duyunca hayretler içinde kalmış. Bu sefer de hakim nalbantı çağırmış ve
ona:- Sen de bu atın nerede nallandığına bak, demiş. Nalbant biraz
inceledikten sonra şunları söylemiş:- Bu at burada nallanmamış. Yitan
yöresinde atlar böyle nallanır. Bizimkine benzemez.Adam yine şaşırmış. Kendi
kendine, 'Nasıl bilebilirler?' diye sorup duruyormuş. Hakim son olarak
saraca:- Bu atın koşumlarını incele, demiş. Nasıl eyerlenmiş? Saraç hiç
beklemeden cevap vermiş:- Efendim, ilk bakışta bizim yöremize ait olmadığı
anlaşılıyor. Yitan yöresinin koşum şeklidir.Hakim cevapları aldıktan sonra
atın sahibine dönerek:- Evet, sen doğru söylüyordun, demiş. Bu at senin.
Artık atını alıp gidebilirsin. İhtiyara da gereken ceza verilecektir. Hiç
meraklanma. Fakat adam dayanamayarak hakime sormuş:- Siz böyle bir şey
yapmayı nasıl düşündünüz? Bu adamlar, bu atın Yitan yöresine ait olduğunu
nereden anladılar? Lütfen bana söyler misiniz bütün bunlar nasıl
olabiliyor?Hakim adamın sorusuna gülerek cevap vermiş:- Ben ve bu gördüğün
herkes, bu şehirdeki Akıl Okulunu bitirdik. Her şeyi o okulda öğrendik.
Orada doğrunun nerede ve nasıl bulunacağı öğretilir.Adam böylece Akıl
Okulunun ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmiş. Heyecanla memleketi olan
Yitan'a dönmüş. Bütün olanları ailesine ve arkadaşlarına anlatmış. Sonra da
bütün çocuklarını bu Akıl Okuluna göndermiş. Anlamış ki, herkeste akıl var,
ama onu kullanabilmek için eğitim gerekiyor.
--
GÜLÜŞLERİNİZ GÖZLERİNİZE IŞIK OLSUN.
Bir gün ülkenin küçük kasabalarından olan Yitan'da şöyle bir haber yayılmış:
- Güzel başkentimizde bir Akıl Okulu varmış. Her kim o okula giderse orada
akıl öğretiliyormuş.Herkes bu haberi şaşkınlıkla birbirine anlatıyormuş.
Kasabanın en zenginlerinden olan bir adam da bu haberi duyunca kahkahalarla
gülmeye başlamış:- Efendim, hayatımda hiç bu kadar komik bir şey
duymamıştım. Bir insan akıllıysa akıllıdır. Sonradan akıl kazanılır mı hiç?
Olacak şey midir? Duyulmuş mudur? Görülmüş müdür?Bu adam çok zengin olduğu
için çocuklarının hiçbirisini okutmamış. Öyle çok parası varmış ki, istese
kasabanın tamamını satın alabilirmiş. Fakat çocuklarına devamlı şöyle
diyormuş:- Şükürler olsun çok paramız var. Yine de paramıza para katmalıyız.
Ne kadar çok kazanırsak o kadar güçlü oluruz.Çocuklarından biri ise,
babasının bu düşüncesine katılmıyormuş. Devamlı:- Babacığım, okumak gibisi
var mıdır? diyormuş. Bak ne çok paramız var. Ama bu parayla bilgi satın
alamayız. Buna kimsenin de gücü yetmez. Neden okumayı kötü görüyorsun? Adam,
çocuğunun bu sözlerini günlerce, gecelerce düşünmüş durmuş. Sabahlara kadar
sayıklar olmuş: 'Akıl okulu? Akıl okulu?' Bir sabah dayanamamış ve kararını
vermiş:- Böyle olmayacak. Şu Akıl Okulu neymiş gidip göreceğim.Adam yolculuk
için hazırlanmış. Atına binmiş ve yola koyulmuş.
Günler geçmiş. Geceler geçmiş. Memleketinden ayrılalı tam otuziki gün olmuş.
Günün birinde, yolda ağır ağır yürüyen bir ihtiyara rastlamış. İhtiyarın
gözleri görmüyormuş. Adam bu ihtiyarın haline acımış. Yanına yaklaşarak:- Ey
yolcu, nereye gidiyorsun? diye sormuş.İhtiyar da başkente gitmek istediğini
söylemiş. Bunun üzerine adam atından inmiş ve ihtiyarı atına bindirmiş:- Ben
de başkente gidiyorum. demiş. Bir günlük yolum kaldı. Birlikte konuşa konuşa
gideriz. İhtiyar atın üzerinde, adam yaya yolculuklarına devam etmişler.
Şehre vardıkları zaman adam ihtiyara:- İşte başkente geldik, demiş. Burada
inebilirsin. Fakat ihtiyar, adama şunları söylemiş:- Madem bir iyilik
yaptın, bunun gerisini de getir. Beni şehrin meydanına kadar götür. Ondan
sonra var git nereye gideceksen.Adam hiç karşı çıkmamış ve tamam demiş.
Beş-on dakika sonra şehrin meydanına gelmişler. Tam bu sırada ihtiyar
bağırmaya başlamış:- İmdat!.. Yardım edin. Bu adam atımı çalmak istiyor. Bu
garibana yardım elini uzatacak yok mu? İmdat!..Meydandaki insanlar koşa koşa
gelmişler onların yanına. İhtiyar kör olduğu için ona acımışlar ve adamı
suçlamışlar:- Utanmıyor musun bu yaşta hırsızlık yapmaya! Hem de kör bir
adamın atını çalmaya çalışıyorsun. Adam haykırıyormuş:- Hayır yalan
söylüyor. Bu at benim. Onu yoldan ben aldım. İhtiyardır, yorulmasın, bir
iyilik yapmış olayım, dedim. Bu at benim. Ben hayatımda hırsızlık yapmadım.
O yalancıdır.
Fakat gel gelelim insanlar adamı dinlememişler. Atı, kör ihtiyarı ve adamı
doğruca şehrin hakimine götürmüşler. Hakim önce kör ihtiyarı, sonra adamı
dinlemiş. Ardından da şöyle demiş:- Bana bir baytar, bir nalbant, bir de
saraç çağırın. Hemen gelsinler. Bekliyoruz.Adam bu üç kişinin neden
çağrıldığını bir türlü anlayamamış. Kimseye de soramamış. Mecburen
çağrılanların gelmesini beklemiş. Kısa bir zaman sonra da hep beraber
gelmişler. Hakim gelenleri tek tek huzuruna kabul etmiş. Önce baytar alınmış
odaya. Hakim ona sormuş:- Ata bak. Bu at hangi memlekete aittir? Baytar
şöyle karşılık vermiş:- Çok fazla incelemeye gerek yok. Bu at bu şehirden
alınmamış. Yitan yöresine ait bir attır.Adam kendi memleketinin ismini
duyunca hayretler içinde kalmış. Bu sefer de hakim nalbantı çağırmış ve
ona:- Sen de bu atın nerede nallandığına bak, demiş. Nalbant biraz
inceledikten sonra şunları söylemiş:- Bu at burada nallanmamış. Yitan
yöresinde atlar böyle nallanır. Bizimkine benzemez.Adam yine şaşırmış. Kendi
kendine, 'Nasıl bilebilirler?' diye sorup duruyormuş. Hakim son olarak
saraca:- Bu atın koşumlarını incele, demiş. Nasıl eyerlenmiş? Saraç hiç
beklemeden cevap vermiş:- Efendim, ilk bakışta bizim yöremize ait olmadığı
anlaşılıyor. Yitan yöresinin koşum şeklidir.Hakim cevapları aldıktan sonra
atın sahibine dönerek:- Evet, sen doğru söylüyordun, demiş. Bu at senin.
Artık atını alıp gidebilirsin. İhtiyara da gereken ceza verilecektir. Hiç
meraklanma. Fakat adam dayanamayarak hakime sormuş:- Siz böyle bir şey
yapmayı nasıl düşündünüz? Bu adamlar, bu atın Yitan yöresine ait olduğunu
nereden anladılar? Lütfen bana söyler misiniz bütün bunlar nasıl
olabiliyor?Hakim adamın sorusuna gülerek cevap vermiş:- Ben ve bu gördüğün
herkes, bu şehirdeki Akıl Okulunu bitirdik. Her şeyi o okulda öğrendik.
Orada doğrunun nerede ve nasıl bulunacağı öğretilir.Adam böylece Akıl
Okulunun ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmiş. Heyecanla memleketi olan
Yitan'a dönmüş. Bütün olanları ailesine ve arkadaşlarına anlatmış. Sonra da
bütün çocuklarını bu Akıl Okuluna göndermiş. Anlamış ki, herkeste akıl var,
ama onu kullanabilmek için eğitim gerekiyor.
--
GÜLÜŞLERİNİZ GÖZLERİNİZE IŞIK OLSUN.